4 Ocak 2016 Pazartesi

nostalji

Birin çengelini yapmayı bırakmak. Küçük g'nin çengelini ters yapınca öğretmenimizin bize kızması. Ne oldu nihayetinde? Kendimize özgü harflerimiz oldu işte, ne güzel. Ben çok büyük yanlış sanırdım g'lerin çengelini ters yapmayı. Hatta annem bazen imzalanması gereken dilekçeleri öyle gönderirdi de öğretmenim bu hatayı görecek diye rahatsız olurdum. Başka ne var böyle? Dokuz! 9 yerine küçük g'ye benzeyen dokuz yapmak. Öğretmene hoca demeye ne zaman başladık peki? Ortaokula geçmeyi bekledik bunun için. Ancak on yaşından sonra havalı olabilirdin. On demişken... On demişken yirmi iki! VHS marka bir aletimiz vardı, video kaset çalar mı denir ne denir? Televizyonun altında dururdu, saati de gösterirdi. Bilhassa pazar akşamları orada '22' sayısını (rakam değil, sayı! Öğretmeniniz buna da kızmaz mıydı?) görünce bir huzursuzluk kaplardı içimi. Bizimkiler vardı yanlış hatırlamıyorsam, bir ara da Tatlı Kaçıklar. Pazar banyosu olurdu. Hafta sonunun bitmesine üzülürdüm; okulu veya hafta içini sevmediğimden değil de ne bileyim... Hafta sonu güven verirdi. Akşamdan çanta hazırlardım, her şeyin yeri belli olurdu. Boyu uzun kitap ve defterler arkaya, kısalar öne, en öne ise kalem kutusu. (Kalem kutusu birleşik mi yazılır? Hayır hiç de değil. Bir kelime ancak başka bir kelime ile birleştiğinde anlamını yitiriyorsa o kelimeler birleşik yazılır. Mesela kadınbudu köftedeki kadınbudu. Neden? Çünkü kadının budu demek istemiyor, o artık başka bir şey ifade eder olmuş...)

Şimdi de aklıma kırmızı kalem kaybettiğimde ne kadar üzüldüğüm geldi. ''Paramız gitti ühü'' diye üzülürdüm. Manyak mıymışım be? Mümkün vallahi. Ama tabii, bu beni kırmızı kalemlerin niçin özel olduklarını açıklamaktan alıkoymayacak. Kurşun kalem daha sık tükendiğinden onun yeri o kadar büyük değil ama bir kırmızı kalem gitti mi giderdi yani kaç ay. Başlıkların adamı... Kaybedince de üzülürdüm işte. Bir tanışıklığın olmuş olurdu çünkü. Hangi pis sıranın demir ayağında, toz topaklarına bulanmış sürünüyordu? Yoksa sokakta mazgala mı düşmüştü? İşte bu olasılıklar benim canımı yakardı bir nebze. Kalemlikteki o boş lastik, ardından sırık gibi yeni kırmızı kalemin doldurduğu... Tanımadığım etmediğim o kırmızı kalem. Oysa ki o ara boydaki kırmızı kalemim kadar güzel olamazdı hiçbir zaman.

Hayatımın ilk dördü geldi şimdi de aklıma. ''Işık ılık süt iç.'' diye bir okuma fişi vardı, hatırlar mısınız 90'lar çocukları? Sondaki 'iç'i yazmayı unutup ''Işık ılık süt.'' yazmışım; seksen almıştım. Allahım ne üzülmüştüm. Sütmek diye bir fiil olmasını ne de çok istemiştim. Oysa bilseydim ki hayat elliden altmıştan sonra alınan doksan ile güzel. 

Evet, bence mesajımı verdim ve burada bitirebilirim.

Not: Osmanbey Borsa Lokantasında oturmuş Nisan'ı beklerken telefonumun şarjı bitince kağıt kalemle vakit geçirdim. O yüzden işte bu yazının orijinali kağıtta ve biraz daha farklı. Buraya yazmak bazı anlatım bozukluklarını düzeltmeye yarasa da, el yazısı ile ilgili her şeyi anlatmaya izin vermedi. Gözünü sevdiğimin kağıdı kalemi.



1 yorum:

Emir Bey dedi ki...

Arada böyle kağıt kalemle baş başa kalmak lazım.