29 Ağustos 2011 Pazartesi

kutu kutu pense

Telefonun susmamasının, sen istemedikçe yalnız kalmayışının bir manası olmalı mı? Uğraşma, olamaz. Havaalanında oturmuş, ne kadar yorulduğumu düşünüyordum. Telefon susmuyor, mesaj kutusu tanımadık, uzak isimleri ağırlayıp duruyor. Ama olur ya, yurtdışına gidersin, yeni bir sürü insan girer hayatına. Her şey iyidir güzeldir de, bir gün gelir, aldığın nefesi ciğerinin sonuna kadar çekemediğindeki his gelir sarılır boynuna; yarımdır bir şeyler. Çok ama yarım, tek ama tamdan çok uzak. Ağlayabilirsin, yurtdışında ağlayabilirsin; burada ise uyuşmuş gibi duruyorsun yalnızca. Hayatını kendine izletiyorsun. Peronda durmuş da, binmeyeceğin trenin bitmeyen kapılarının hızda kaybolan yüzlerini izliyorsun, miden bulanıyor, görüntüler birbiri ardına yapışıyor korneaya, anlayamıyorsun neydi baktığın.

Her gece, ışıkları kapattıktan sonra sabah erken uyanabileyim diye kalın perdemi açıyorum ardına kadar. Ve çoğu gece, eve kaçta gelirsem geleyim, onlarca sayfa okuyup, ancak birkaç paragraf yazıp uyuyorum. Bazen anında dalıyorum uykuya, bazense elimden tutmuyor kayboluyor piç; sokak sokak arıyorum sonra. Kendi sokaklarımda ama, İstanbul'unkilerde değil. Bir köşeyi dönüyorum, uyku ileriden ya sağa ya sola sapmış oluyor çoktan. Yakalayamazsan kolundan, uyuyamazsın sabaha kadar. Biliyor hangi sokaklardan götüreceğini de, diyorum ya piç. En sonunda bulduğunda, o güzelim sokakta oturmuş bekliyor oluyor seni. Seni ne kadar yorduğunu görmekten memnun, az sonra teslimiyetin vereceği mahmurluğu biraz kendine bırakmış, biraz sana saklamış. Elleri tutuşup uyku bulutu oluyorsunuz birlikte, sokak mokak kalmıyor. Hele oyun moyun hiç; hal kalmıyor ki sende.

Hayatının anlamsız kısımlarını kesip atmak istemen çok üzücü, hayatını küçültmüş olursun. Hafif çürümüş meyvelere yaparım ben bunu, çürük yerleri kestikten sonra üzülürüm ufacık kalmasına. Meyve kaybetti mi kaybediyor rengini ama sen ben kaybetmeyiz. Gider bir ara ama, gelir yine. Bekle bakalım, günün her saati sevip de yazı yazamaz, okuyamaz, anlatamazsın elbette. Tanıdığın, sevdiğin o yüzler her zaman görünmez sana. Ama hayat kutu kutu pense gibi; bazen kalabalıktır çember, bazen tenha. Ama o birkaç kişi, oyunun başında da sonunda da o çemberde aslında.

6 yorum:

Sparrow dedi ki...

Kendi sokaklarımda ama, İstanbul'unkilerde değil :) tuttum bu cümleyi :)

Melisina dedi ki...

haha, sevindim! :)

Adsız dedi ki...

yazık.....

Melisina dedi ki...

yazık olan?

scarlet dedi ki...

blog'una yeni rastladım, pek sevdim yazdıklarını. hele bu, tuhaf bir şekilde sabahın 5:45'ünde kendimi iyi hissetmemi sağladı. eylemsizliğim yüzüme vurulmuş idi oysa :)

eline sağlık!

Melisina dedi ki...

sağladıysa gerçekten mutlu oldum. :) teşekkür ederim! okuduğun için de.