4 Eylül 2011 Pazar

bu yazı belki de sağlığa zararlıdır

Montaigne, Denemeler'inde Tupi insanlarından söz ediyordu. Bu Brezilyalı yerlilere sempati besleyen düşünür, Tupiler'in evliliklerine dair sevdiği bir ayrıntıdan bahsediyordu: 'Bizim eşlerimiz başka kadınlara karşı aşk, sevgi duymamızı ne kadar engellemeye çalışıyorlarsa, onların eşleri de erkeklerinin başka kadınlara aşk duymasını sağlamak için o kadar çaba gösteriyorlar. Kocalarının saygınlığına her şeyden çok önem veren bu kadınlar, üstlerine olabildiğince fazla kuma gelsin diye her türlü sıkıntıyı, üzüntüyü göze alıyorlar; çünkü erkeğin eşlerinin sayısı onun saygınlığının ölçüsü.'

-Felsefenin Tesellisi, Alain de Botton

Arabistan'daki çok eşlilikten bahsetmedim çünkü iki toplumdaki bu kavram neredeyse taban tabana zıt. Montaigne şöyle yazıyor: 'Tupiler'de ahlaki sistem iki temele dayanıyor: Savaşta sağlamlık ve eşlere karşı sevgi.' Yani kaç ilişki kurulmuş olursa olsun, ilişkilerin temeli otoriter güce değil; sevgiye dayanıyor. Cinsel ilişki konusunda rahatlar, sanıyorum kadınlar da öyle. Bu yüzden Tupi erkeklerinin aletlerini, Arap erkeklerininkini kesmek istediğim gibi kesmek istemiyorum. Toplumları içinde onları anlayabiliyorum.

Ve düşünüyorum. Ben bir Tupi kadını olsaydım, babamın birden fazla eşi olacaktı. Annem -babamın eşlerinden biri olan kadın- bunu garipsemeyecek ve eş sayısının daha da artmasını (gönülden?) isteyecekti. Çünkü bu, evli olduğu adamın saygınlığının bir göstergesiydi, önemliydi. Ben bu gerçekle büyüyecektim. Saygın bir adamla evlenmeyi hayal edecek, bu hayalin içine de -doğal olarak- birden fazla kadını yerleştirecektim. Ve en sonunda da bunu bulacaktım. Dolayısıyla garipsemeyecektim, tek ben olsam kocam saygın bir adam olmayacaktı çünkü, ve ben de o zamana kadar yaşadığım çevrede öğrendiğim/gördüğüm kadarıyla bunu istemezdim.

Evet, Montaigne gibi ben de bu durumu normal olarak nitelendirebilirim –Tupiler’in yaşamına göre. Şimdi, modern dünya toplumları içindeyse akıl almaz bir şey. Yanı başımızda mutlu mesut yaşayan evli dört kadın ve bir adam görmek imkansızdan da öte. Neyi nasıl öğrendiğimizle alakalı bu. En başından aldatmak kelimesi bile bulunmuyorsa bir toplumda, her şey daha kolay. Bizse dünyaya gözümüzü, ölümsüz bir sadakat sözünün meyvesi olarak açıyoruz, üçüncü sayfa haberleri ile büyüyoruz. Şarkılar yalnız sen ve ben diyor, annen bile okşasa benim bağrım taş olur deyip işi abartıyor.

Hissiyat da başka türlü şekilleniyor bu bilinçle. İkili ilişkiler de çok yoğun yaşanıyor pasta bölünmediğinden. O kadar anlam yüklendiğinde de işte, bir başkası fikri pastanın içine böcek kaçmış hissi veriyor. O güzelim pasta yenmiyor artık, can hala çekiyor olsa da. Değmese bile böcek her yerine, var bir yerde denip bırakılıyor tabak.

Tanımlar, tanımlar... Bizi öldürüyorlar. Orada saygınlığın başka türlü bir tanımı, aldatmak diye bir kelimeyi silip atarken 'başka adam/başka kadın' fikri yüreklere sıkıyor burada. Bazen gerçek anlamda!

Peki sevdiğin insanı, tamamen onun benliğine saygı duyarak sevmek nasıl mümkün? Beklenti olmadan? Buna, onun sadece seni sevmesini, sadece seninle sevişmesini beklememek de dahil. Aynısı onun için de geçerli, o da beklemeyecek. Çünkü aksi, Kant'a göre ahlaki bir durum sayılmaz; yani karşılığını beklemediğinde ahlaki ancak. (Asıl böyle bir ilişkiye ahlaksız diyecek kişiler de bulabilirim öte yandan!) Bu düşünceyle mümkün gibi duruyor amma ve lakin, birileri bu düşünce çarkının içine çomak sokuyor bir yerde. Bu gerçeği karın ile kalp arasındaki bir nokta kabul edemiyor, vücudun geri kalanını da peşinden sürüklüyor: Baştaki fazla kan ve yanan gözler koşuyor ardından. Tükürük bezleri de belki; yutkunmayı zorlaştırıyor. Hani ne oldu Kantçı yanına dercesine sen acı çekerken eğleniyorlar. Hem de bu acı birden fazla şeyi kapsıyor. Bu durumun sana verdiği rahatsızlık hissine ilaveten; hani böyle düşünüyordum ben, ne diye kabul edemiyorum şimdi kargaşasını da yaşıyor ruhun. Belki sonra böyle mi gerçekten diye sorabildiğinde ona, öyle olmadığını öğrenince geri çekiliyor canına saldıran aklın ama aklının sana yaptığı işkencenin izleri kalıyor olduğu yerde. Ama sen başka şeyler kurdun gerçeği ona sorana kadar ve içinde bir şeyler düşüp durdu o dakikalar boyunca. Oysa belki sana yalan söylüyor. Söylemez aslında normalde, ama ya şimdi söylüyorsa? İşte o an düşüncelerine uymayan hislerinden nefret ediyorsun. Akıl işkenceci resmen, bir numaralı kurbanı da sen. Buraya kadar işte şanlı fikirlerin, istemeyeceğin bir şeyin gerçekliğe en yakın olduğu ana kadar.

Frida Kahlo da ilişkide özgürlüğü meşru mu kılmaya çalışıyordu acaba içinde? Diego’nun yaşadığı diğer her şeye göz yumup, bunun verdiği rahatsızlığı kendi yerinin ayrı olduğu fikrinde mi eritiyordu? Ya da asıl soru, eritebiliyor muydu? Belki sözde, gönülde eritemediği yazdıklarında apaçık. Ama yine de bu ikilemden kurtulamadı; o da başkalarını sevmekten, başkalarını delicesine arzulamaktan bir adım geri durmadı. Belki, Diego silahını alıp bu gönül kaçamaklarına tehditkâr sonlar verene kadar. Kim bilir, belki tutku böyle canlı kaldı onlarda. Belki rüzgar gibi esmek gerek, bir yandan öbür yana. Ki böylece sönmek bir yana, ateş büyüsün katla. Peki ya verdikleri zarar ruhlarına? Bunun hesabını da belki, Frida’nın ölüsü yakılırken defterine bu anı resmeden Diego vermiştir gözyaşlarında.

Ben vazgeçiyorum Kant'ın şemsiyesi altında durmaktan, yağmura çıkıyorum. Tüm benliğine geçiremiyorsan bu lafları, git o zaman. Alain de Botton Aşk Üzerine adlı kitabında, kişiliğin tutarlılığına bağlıyordu sadece bir insanı o özel yere koymayı. Bir başkasından etkilenmenin, bir başkasını arzulamanın elbette mümkün olduğu fakat tercihlerin o yönde yapılmadığı bir dünya. Ve karşındakinden, sadece seninle olmasını istemeyi kendinde hak göremeyecek kadar yalnız bir insan olmadığın bir dünya; bunu da ben ekledim. Başkalarını ‘olmasa da olur’ diye görebilecek, bazı şeylere ‘yapmasam da olur’ diye bakabilecek kadar… Çemberin içinde iki kişinin özgürlüğüyle, çemberin içine başkalarını alarak özgür olmanın arasındaki koca farkı anlayacak kadar. Daha yolumuz var.

Kabul et, sen yapsan da yapmasan da istemiyorsun işte onun yapmasını. Sana dokunduğu gibi dokunsun, sana yaptıklarını başkasına yapmak ‘içinden gelsin’ -ki bu, yapma eyleminin kendisinden daha kötü hissettirir- imkanı yok ‘pekala olabilir böyle şeyler, canı istediği gibi’ deyip de yoluna devam edesin. Kötü hissedersin, hatta aklın sen daha kötü hisset diye geçirdiğin güzel anların hepsinden seni çıkarır, başka bir kadını/adamı yerleştirir onun yanına ve yeni kareler yaratır sen delir diye. Katil mi hakikaten bu ya? Nasıl bir cana kasıttır bu akıl tarafından, hem de kendi canına! Ve öyle hızlı; yanlış anladığını öğrenince yine kıymetlisi oluyorsun aklının. Sözüm ona! Az önce o değil miydi zebellah gibi bin bir şer düşünce peyda edip canına kasteden!

En dehşet veren de ne biliyor musunuz? O insanla aranızda elle tutulmayan, gözle görülmeyen bir 'şey' olduğunu fark ettiğiniz an. Bir başkasıyla mısınız o akşam? Özel, tensel bir şey demeye çalışmıyorum illaki; o bilse onu bir şekilde rahatsız edecek bir şey olması yeterli. O hissediyor, atmayacağı saatte atmayacağı mesajlar atıyor o gece. Bir başkasıyla mı o akşam? Nedeni her zamankinden farklı bir uykusuzluk, birkaç rahatsız uyanma. Bunu akıl, beden, ruh ya da başka bir şey HİSSEDİYOR. İki tarafını da gördüm, biliyorum. Ve ben bundan korkmaya başladım. Muhtemelen çok özel bir şey, belki farklı katmanlarda arada renkli bir bağ görünüyordur; bilmiyorum. Ama öyle ki, başkasının yanında yalnızca yattığını bile hissediyorsa(n)… Bu nasıl bir sahiplenme karşılıklı, akıldan da öte? Elinizde olmadan kim bağlıyor sizi, neresini bağlıyor ruhlarınızın? Ve siz o bağa zarar veriyorsunuz ki duyumsuyor karşı taraf bunu. Aklıma daha önce yazdığım ‘ışık’ yazısı geldi tam şimdi. İki insanın ışığı birleşiyor demiştim duygusal ilişkilerde. Belki de bu odur, ışık huzmesi titremeye başlıyordur bir tarafta sen böyle şeyler yaptıkça ve o da hissediyordur. Aynı şey senin için de geçerli, o yaptıkça. O özel yerde sadece o olsa da, bozuyorsun belki gerçekten. Ah… Sanırım bu böyle ve ben zarar gelmesini istemiyorum ışığa. Söndürelim mi o zaman?

Dedim, bu yazı sağlığa zararlı. Tupiler'in akılları rahattı, mutlulardı. (İspanyollar Yeni Dünya’yı keşfedip onları doğramadan önce tabii.) Bu aklıma başka bir toplum düzeni getirdi, taşları değiştirdim: Bir kadın ve birden fazla erkek. Böylesi var mıydı? Vardıysa, 'daha çok erkek' neyini ölçüyordu kadının? Erkekler birbirlerini kıskanmıyorlar mıydı?

Nedendir bilinmez(!), hayal bile edemedim bu toplumu. Teşekkürler Türkiye.

11 yorum:

Sırma dedi ki...

sen yaz ben okuyayım :)

Adsız dedi ki...

Bu yazi sana fazla entellektuel kacmis, altindan kalkamamissin

Melisina dedi ki...
Bu yorum yazar tarafından silindi.
Adsız dedi ki...
Bu yorum bir blog yöneticisi tarafından silindi.
modafobik dedi ki...

Uzun uzun uzun görünce insan korkuyor okumaktan ama sonunda iyi ki okumuşum diyor, cidden başarılı :)

Adsız dedi ki...

bu yorumu yüzüne karşı hayatta yapamazdım, adsızın yorumuna katılıyorum, çok zorlama olmuş ve eğreti durmuş.. kendi tarzında yazmaya devam et, başkalarına özenme

Melisina dedi ki...

tüm yorumlar benim için değerli ama şuna edeceğim bir çift laf var: başkalarına özenerek yazılmadı bu yazı. okuduklarımın bende uyandırdığı fikirlerdi bunlar. yazı toplam bir saatten biraz fazla aldı, içimden nasıl çıktıysa öyle yani. kendi tarzının dışına çıkmışsın bu yazında desen kabul edebilirdim. ve lütfen yüzüme de söyle. o da kabulüm. ve nedense kim ne zaman felsefenin adını ağzına alsa yazısında, zorlama ve eğreti deniyor. felsefeye dair bir çift laf etmeyi nedense kimse kimseye yakıştıramıyor, şaşırıyorum.

Adsız dedi ki...

herşeyi güzel buldum da son cümle kendi özgürlüğünü çember içine aldığını hissettirdi bana...anlayamadım.

Adsız dedi ki...

Efes123efes bunu cok begendi

Adsız dedi ki...

ağzım açık okudum. bu kadar mı başarılı anlatılır düşünceler. ayrıca bu konuda ben de bir yere varmak istiyorken karşıma çıkmış olması da mucize.
altından kalkamamışsın diyen arkadaşlar tupiler ile kaygısızlar'ı karşılaştırmış olabilir mi acaba?

Melisina dedi ki...

Tesekkur ederim! Dusunceler coktu, ondan mi karisti bazilarinda artik; bilmiyorum.