19 Ağustos 2014 Salı

Gün 2

Torino’da ikinci gün. Kahvaltıyı evde yaparak ekonomi yapmak istiyoruz (ertesi gün yalan olacaktı gerçi). Piemonte kahvaltıları brioche (kruvasan) ve cappuccino ile yapılıyor genelde. Biz tek brioche ile doymadığımız için “ondan bi’ tane alayım, ama yetmez bundan da alayım ya” derken üç sene önce bir sürü paramız gidiyordu. Bu arada Nisan içtiği en güzel cappuccino’nun Politecnico kantinindeki olduğunu söylüyor ve şaşırıyorum çünkü biz de Selen’le Facolta’ di Economia’nın kantinindeki cappuccino’ya doyamıyorduk üç yıl önce. Sonra bunu Nice’te Sergio’ya itiraf ettiğimizde şunu öğrenecektik: Kahve makinesi ne kadar çok kahve yaparsa, kahve o kadar güzel oluyormuş. Okul kantinleri de hep çok kalabalık olduğu için kahveleri o kadar güzel olurmuş... Neyse, biz de dün marketten aldığımız şeylerle kahvaltı yapıyoruz işte. Sergio pencerenin yanına kafelerdekine benzer masa ve sandalye takımı atmış, ev keyifli. Dışarısı yağmurlu, giyinip çıkıyoruz.


Yağmur sonrası güneş, mis. Yerler ıslak, bazalt taşları su biriktirmiyor. (Sana diyoruz İstanbul Belediyesi! Özellikle sana Ahmet Misbah.)





Kahvaltı üstü dondurma iyi bir fikir. Gidene kadar GROM’a abanacağız. Aşağıdaki fotoğraf manalı esasında; çok yersek arkadaki gibi olabiliriz ama şimdilik umrumuzda değil. Pizzalar gelecek spaghettiler gidecek bu tatilde.





Dondurmadan sonra Via Po’da yürümeye başlıyoruz. Selen’le üç buçuk yıl önce sürekli gittiğimiz Mood Cafe’ kapanmış; üzülüyorum. Diğer iki şubesine bakmam lazım. Vitrinlere bakarak caddeyi yürümek epey vakit alıyor, ben dayanamayıp bir ayakkabı alıyorum. Hiç alışveriş yapmam, az yemek yerim yalanını her yurtdışı öncesinde söyleyip, her seferinde delmeme on puan.




                                                      Haberimiz yokmuş gibi çekeyim

 Via Accademia delle Scienze’den girince ilk sol Via Cesare Battisti’de, Mood Cafe’yi yerinde buluyorum ve bir oh çekiyorum. O da ne, bizim kır saçlı garson bu şubede! Burda çalışmaya başlamışsın, beni hatırladın mı diyorum ve sıcacık bir selam veriyor; tabii ki hatırlıyor! Haftanın dört günü oraya gidip ödevdi sunumdu sınavdı; her şeyi orada yapıyorduk. Nisan o sırada Lagrange’ın paraleli Via Roma’daki Apple Store’da  iPhone değiştirmeye çalışıyor. O gelene kadar Palazzo Carignano’yu izliyorum. Birleşik İtalya’nın ilk kralı Vittorio Emmanuele II’nin doğduğu saray ve bugün Risorgimento (diriliş) Müzesi. İtalya’nın şehir devletlerinden birliğe evrimini anlatıyor.


Bu sefer fotoğraf çekemedim, Ekim 2010’da Palazzo Carignano



Nisan geliyor, iPhone işi şimdilik yatmış; üzerine cappuccino içiyoruz. Yetmiyor, yemek de yiyoruz.  Köşedeki Libreria Luxembourg’a gidip okuyabileceğim bir İtalyanca kitap alıyorum: Colpe delle Stelle, John Green. Aynı Yıldızın Altında diye Türkçe’ye çevrilen kitap, evet. Okuyabiliyorum! Giderken bizim garson bize indirim yapıyor, kasadaki kıza bizim için ‘arkadaşlarım’ diyor.  İçimden sarıılıyorum kendisine, ti voglio bene!

Tekrar Via Po'ya çıkıyoruz ve Vittorio Veneto Meydanına yürüyoruz. Burası Avrupa’nın en büyük meydanlarından biri ve altında devasa bir otopark var. Gece hayatı güzel yalnız aradan geçen şu 3-4 senede yaşımız biraz büyük kaçmaya başlamış, yine hüzün basıyor. Geçtiğimiz yıllardan bir iki kare paylaşayım, uzun saçlarımı da göreyim; bir posta daha hüzün bassın:



Veneto’dan sonra sola sapıp Murazzi del Po’dan yürümeye devam ediyoruz. Po epey pis görünüyor ama belki de yazdan dolayıdır. 2010'daki Po ve şimdiki Po:

                               
Ekim 2010, nehrin üzerinde durdum.

                               
Temmuz 2014

Parco del Valentino’ya varınca soluklanmak için girişteki kafeye oturuyoruz. Oradan buradan aldığımız broşürleri okuyup vakit geçiriyoruz. 


Nisan çok güzel bi’ kız isimli kare




Valentino'dan sonra Castello tarafına doğru yürüyoruz yine. Quadrilatero'ya gidelim diyoruz. Şehrin en eski bölgesi. Akşamları aperitivo ve içki için harika yerler var. Her hafta Cumartesi günü pazar kuruluyor: Balon. Her ayın ikinci Pazar günü ise Gran Balon. Porta Palazzo'nun arkasına düşüyor. 


Quadrilatero Bölgesinde bir ara sokak




Canım, Piazza della Consolata'ya gitmek istiyor. Yolu uzata uzata buluyoruz. Sanırım gördüğüm en güzel kilise: Santuario Basilica La Consolata.



Bu meydanda Al Bicerin diye de bir kafe var. Torino'nun ünlü çikolatası Gianduiotto ve süt kreması ile yapılan bicerin diye lokal bir içeceği epey duyarsınız Torino'da, burada deneyebilirsiniz:



 Amma ve lakin dört sene önce içtiğimde kendisine tepkim bu olmuştu, ben pek sevemedim:

Ekim 2010, ben ve Gonçalo

Meydanı terk ederken aklıma, yağmurlu bir günde bu kilisede çoraplarımı değiştirdiğim ve bu apaçiliğimle Benjamin'in  ne biçim dalga geçtiği geliyor, çorabımı alıp öyle bırakmıştı oturulan yerde.



Eve dönüşümüz bir saati buluyor. Ama önce Castello'da bi' sarılalım.



Bu arada, bir haftalık gezimizde günde yirmi bin adım civarı adım attığımızı belirtmem lazım! Eve gidince duş alıyoruz, yağmuru hiçe sayarak gereğinden güzel elbiseler giyiyoruz ve Vittorio Veneto Meydanındaki Da Michele isimli aile lokantasının yolunu tutuyoruz. 



Da Michele çok kalabalık, yer bekliyoruz. Hmm, garson çok tatlı. (Oturduktan yarım saat sonra deliler gibi yağmur yağmaya başlayınca masalar arasında rutin görevini yapmaya devam eden bu garson  çocuk, ıslak tişört etkisiyle aramızda hype yapıyor. Bir yandan götürdüğümüz ev şarabı da kana karışıyor tabii; muhabbet ne zaman erkeklerden ibaret oldu haberimiz yok...)

Baya bir şeye gülüyoruz. Sonra yetmiyor, sadece arkadan kafasını gördüğüm, iki erkek arkadaşıyla oturan bir adamın kesin çok yakışıklı olduğunu iddia ediyorum ve kalkana kadar adama (teknik olarak kafasının arkasına) bakıyorum. Kalkma vakti geliyor, iddiamı kanıtlamak için Nisan'la ters taraftan dolanıyoruz ve tam önlerinden geçerken adam koca şarap kadehini dikiyor ve biz de yüzünü göremiyoruz. Gerçekten yakışıklı mıydı değil miydi asla bilemeyeceğiz. Zaten yakışıklı olsaydı ne olacaktı? Biz pasif kesenlerdeniz bunu çoktan anlamıştık ve hatta yarın akşam San Carlo Meydanında Petshop Boys konserinde bu hareketin tillahını yapacaktık. (Spoiler: VIP, demirler, muz ve 'Riççard'. Hadi merak edin.)

Da Michele'den kalkıp San Carlo tarafında gezintiye çıkıyoruz. Sonra Via Roma'da bir dans festivali kesitine rastlıyoruz. Özeniyoruz.




Şarap çarpıyor, uyku geliyor ama eve gidince bir şeyler rahatsız ediyor, tekrar dışarı çıkmamız lazım! Yorgunluktan ölüyoruz ama 'İtalya'ya tatile gelip kimseyle tanışmıcaz mı ya!' kafasına girip Quadrilatero'da içmek için çıkıyoruz. Pastis'e oturuyoruz, üç tane çocuk var az ötede, galiba beğeniyoruz. Yarım saat sonunda yanımıza gelmeyeceklerine karar veriyoruz, çok da uykumuz geliyor ve kalkıyoruz. Sonra bunlar arkamızdan bakıyorlar köşeyi dönene kadar. Nereden biliyoruz? Çünkü bakacaklar mı diye merak ettiğimizden biz de dönüp bakıyoruz. Oysa ya onlar, ya da biz çakmak bahanesiyle muhabbete girsek tatlı bir akşam olabililrdi. Hem, sigara içmediğimizden daha bile tatlı olurdu. 

En sonunda Nisan'la eve dönerken sesimiz bomboş olan Palazzo di Citta' Meydanında yankılanıyor: ''C'e' l'hai d'accendere?''*

*Çakmağın var mı?


Tanışamadılar isimli kare




Hiç yorum yok: