17 Ağustos 2014 Pazar

Gün 1

İlk cümle bu kadar önemli mi? En güzel ilk cümle diye bir şey olabilir mi? Ben böyle yapıp, birçok şeyi ertelemekle kalıyorum. Misal, Torino'yu hala yazamadım. Oysa kim bilir kaç kez yazdı aklım... Ve artık sıra sizde parmaklarım.

2011 Şubatından sonra, ancak 2014 Temmuzunda Torino'ya geri dönebildim. (Gittim demiyorum, geri dönmek diyorum çünkü bir yanım -kalamasa da- hep orada kalacakmış gibi davranıyor.) Bu sefer Nisan'laydım. Lise son dershane sınıf arkadaşım, birlikte en çok güldüklerimden, en çok sevdiklerimden. Farklı zamanlarda Torino'da Erasmus yaptık ve bu gidişimiz, aynı şehirde geçen iki farklı hikayeyi birleştiriyordu esasında. Başlıyorum.

23 Temmuz 2014, Çarşamba

Torino Caselle Havalimanına iniyoruz. Saati bir saat geri alma zevki, sanki başka bir evrene geçiyorum bir süreliğine. Belki de geçmişe dönüyorum kendimce.

Pasaport kontrolünde beklerken elbette akla Cem Yılmaz geliyor. İtalyanca mı konuşsak İngilizce mi konuşsak derken hiç konuşamayacak olma riskimiz doğuyor: yan sıradaki nur topu suratlı yaşlı Japon teyze kapıdan geçmemesi gerektiğini bir türlü anlamıyor ve onun o kapıdan üç kere geçip üç kere geri dönmesi ve en sonunda "amma da beceremedim" der gibi etrafına gülmesi bizi  de güldürmeye başlıyor. Gülmemeye çalışan hallerimize daha da güldükçe pasaport memurunun suratına da gülersek ne olacağını düşünüyoruz ama allahtan orada bir ciddiyet geliyor, geçiyoruz. Sıra geliyor Porta Susa'ya gidecek olan Sadem otobüsüne binmeye. Çok beklemeden biniyoruz. Otobüsü de, bir İtalyan'ın ayarını tutturamayan inlemesi ile sadece bir gülme krizi ile atlatıyoruz. Otobüsten indiğimizde saat 11.30, Airbnb'den ayarladığımız evin sahibi Sergio 12.30'da gelecek. Porta Susa'dan Via Garibaldi'ye giriyoruz, şehrin merkezine ilerlerken hiç de yabancılık çekmiyorum, uzun süre ayrı kalmış olmanın sonucu bir özlem patlaması var. Bütün sokak ve dükkan tabelalarına bakıp sebepsiz gülebilirim...

Via Garibaldi ve onu kesen tüm o tanıdık sokak isimleri... Anne, Benjamin, Gonçalo, Selen ve Ben. Buz gibi kış günlerinde geçirdiğimiz günlerin o sıcaklığını bir yerlerde hissediyorum, öyle tasasız ve güzel günlerin bir daha olmayacak olması beni biraz dağıtıyor ama söz verdim, bu tatil hüzünlü geçmeyecek! Kalacağımız evin sokağı, Via Garibaldi'yi dik kesen Via San Tommaso'ya varıyoruz. Ya ama, az önce bir GROM'un önünden geçtik? Dondurma yememiz lazım! Sergio'nun gelmesine yarım saat var, GROM bizi bekler. Dakika bir gol bir: muhtemelen kırkına yaklaşmış yakışıklı bir İtalyan beyefendiyi içeride takım elbisesi ile oturmuş, dondurma yerken görüyoruz ve dikkatimiz dağılıyor. Öğle arası GROM'da dondurma yenebilen bir hayat en azından birilerine mümkün şu hayatta.

Ve saat 12.30. Apartmanın numarasını almamış mıyım yoksa? Ve hatta, sitede de mi yazmıyor? Via San Tommaso baya kısa bir sokak olduğundan o üç apartmandan biri olmalı, ortadakinin önünde bekliyoruz ve on dakika sonra bize doğru gelen birini görüyoruz: "Meeliz?" O advanced İtalyancam sadece yazarken; Sergio aynı seviyede konuşmadığımı elbette sonunda öğrenecekti. Sorun değil, biraz 'lentamente' diyoruz yavaşlatıyoruz, sonra "Sen İtalyanca konuş, biz kasamadığımız yerde İngilizce cevap verelim." diye anlaşıyoruz.


Ev çok tatlı! Eski İtalyan apartmanı, yenilenmiş stüdyo daire. Gecesi kişi başı 55 lira, evet lira! Hem de Castello'nun dibi. Üç buçuk yıl önce geldiğimizde iki haftalığına okulun yurdu EDISU'da kalmıştık ve bu sokağın tam karşısındaydı. Nereden bilebilirdim... Oradaki ilk gecemde balkona çıkmıştım, odam kiliseye bakıyordu ve sokağın tabiri caizse o 'ayarında kasvet'ini çok sevmiştim, ileride buralarda kalmayı dilemiştim. O yılki evimiz olmasa da bu haftaki evimiz oldu diye düşünüyorum! Bu sırada Sergio bize evle ilgili birkaç şey söylüyor, bahtımızın ne kadar kara olabileceğini Nisan da ben de bildiğimiz için hava durumundaki yağmurun gerçeklik payını soruyoruz: yağabilirmiş, ilk defa Temmuz ayı bu kadar yağmurlu geçmiş -peki. Haftasonu denize girmeye La Spezia'ya gidecektik, orası? Orası da yağmurlu -peki. İyi, Nice'e gideriz o zaman? Orada eski sevgilim, daim arkadaşım Benjamin var, haber de vermedim ama belki onda kalabiliriz. Dahası, Sergio da şans eseri haftasonu Nice'e gidiyormuş ve arabasıyla bizi de bırakabilirmiş. Cumartesi sabah erken giderse araması yönünde anlaşıyor ve evi teslim alıyoruz! (Sergio'yu otuz yaşında sanıyoruz ama Nice'te buluştuğumuzda otuz dokuz, rakamla 39 yaşında olduğunu öğrenince sağlam şok geçirecektik. Dördüncü güne geldiğimizde anlatacağım.) 

                                     pencereden sokak
                                    pencereden Via San Tommaso ve Via Garibaldi

Yeni bir yere gidince markete girmeyi çok severim, Nisan da öyle. Arka sokaktaki Carrefour'dan bir şeyler (tabii ki prosciutto crudo, mozzarella, ekmek, pesto sos ve Twinings vanilyalı çay!) alıp evde atıştırıyoruz, duş alıyoruz ve henüz yağmur yağmazken sokağı yakalayabiliriz diye düşünürken... Merhaba yağmur! Yine de dışarı şort ve terlikle çıkıyoruz.

                       



                       
                                                         Castello Meydanı

Saat üçe geliyor. Geniş kaldırımların üzerindeki 'portici'lerin altına sığınıyoruz ve bir şemsiye alıp Via Po'ya yöneliyoruz. Ama önce Galleria Subalpina’ya minik bir selam.

                                  


                                   
                                                        Galleria Subalpina

                        
                                                Cinema Romano, Galleria Subalpina

Birincil amacımız cappuccino içmek. Via Po’dan anılara boğularak geçiyorum, evimize giden sokağa bakakalıyorum ama biz Nisan’la nehre doğru yürümeye devam ediyoruz, evi ziyaret bir sonraki adım. Vittorio Veneto Meydanı, aperitivolar, Benjaminlerle tanıştığımız o ekim gecesi, herkes... Hatırlıyorum. Ve sonra Gran Madre'nin yanıbaşındaki Gran Bar'a geliyoruz. Hatırladığım güzellikte bir kahve olmamakla beraber mekanı özlemişim. Benim hep oturduğum yere oturuyoruz. Aynı camlardan bakan aynı gözler ve fakat apayrı zamanlar, apayrı hayatlar...


                         
                                                              Gran Madre

                                      
                                                            Gran Madre

                         
                                                                   Gran Bar

Tatilin ilk günü ne güzel şey, içimi huzurla dolduran fikir öncelikle bu sanırım. Yağmur bitince dışarı çıkıyoruz ve köprüyü geçip Vittorio Veneto Meydanı’na girmeden sağa dönüp üç buçuk sene önce yaşadığım Via Cesare Balbo’ya  yürüyoruz. 8 numaralı apartman. Hayatımın en güzel zamanının geçtiği apartman aslında... En üst kat, 2011 Şubatında evi tek başıma kapattığım o gün, balkonumuzdan görünen Alplere bakarak ağlamıştım biraz. O halime el sallıyorum aşağıdan: “Bak, geri gelecektin ve geldin işte!” diyorum. 


                                 
                                  2011 yılında balkonumuzdan çekilmiş bir kare

                                   
                                             Ve 2014 yılı, bu sefer aşağıda...


                        
                                         Evden Via Po'ya çıkarken, üniversite binası

Yürüye yürüye saatler geçiriyoruz ve karnımız yavaştan acıkıyor. Piazza Carlo Alberto’daki Sfashion Cafe’de pizza yiyeceğiz, eve giyinmeye gidiyoruz.  Azıcık Castelllo'da oturalım desek de yağmur yine başlıyor.

                           
                                                      Yaz tatili isimli bir kare

Eve uğrayıp üstümüzü değiştiriyoruz, bir de şunları yapıyoruz. Şu hayatta her şey zevkten: 

                         

                         

Sfashion Cafe’de pizza-şarap faslına geçiyoruz. Kesin gidin, bütün yemeklerden yiyebilirsiniz, olur. Bize yemekte güzel bir haber geliyor: Benjamin’de kalabiliyoruz ve Nice’te güneş var! 


                               
                                                                felicita'


Dışarı çıkıyoruz, yağmur yağıyor ama yağmur, o an mutluysan güzel bir şey. San Carlo Meydanında Mozart dinletisi var, ona uğruyoruz. Yağmura rağmen Mozart diyen Avrupalı insanlara merhaba:

                        

Sonra eve dönüyoruz. Mutlu, huzurlu; uyuyoruz. İyi geceler Torino, yarın görüşürüz.

Hiç yorum yok: