İlk cümle
bu kadar önemli mi? En güzel ilk cümle diye bir şey olabilir mi? Ben böyle
yapıp, birçok şeyi ertelemekle kalıyorum. Misal, Torino'yu hala yazamadım. Oysa
kim bilir kaç kez yazdı aklım... Ve artık sıra sizde parmaklarım.
2011
Şubatından sonra, ancak 2014 Temmuzunda Torino'ya geri dönebildim. (Gittim
demiyorum, geri dönmek diyorum çünkü bir yanım -kalamasa da- hep orada kalacakmış gibi davranıyor.) Bu sefer
Nisan'laydım. Lise son dershane sınıf arkadaşım, birlikte en çok
güldüklerimden, en çok sevdiklerimden. Farklı zamanlarda Torino'da Erasmus
yaptık ve bu gidişimiz, aynı şehirde geçen iki farklı hikayeyi birleştiriyordu
esasında. Başlıyorum.
23 Temmuz
2014, Çarşamba
Torino
Caselle Havalimanına iniyoruz. Saati bir saat geri alma zevki, sanki başka bir
evrene geçiyorum bir süreliğine. Belki de geçmişe dönüyorum kendimce.
Pasaport
kontrolünde beklerken elbette akla Cem Yılmaz geliyor. İtalyanca mı konuşsak
İngilizce mi konuşsak derken hiç konuşamayacak olma riskimiz doğuyor: yan
sıradaki nur topu suratlı yaşlı Japon teyze kapıdan geçmemesi gerektiğini bir
türlü anlamıyor ve onun o kapıdan üç kere geçip üç kere geri dönmesi ve en
sonunda "amma da beceremedim" der gibi etrafına gülmesi bizi de güldürmeye başlıyor. Gülmemeye çalışan hallerimize daha da güldükçe pasaport
memurunun suratına da gülersek ne olacağını düşünüyoruz ama allahtan orada bir
ciddiyet geliyor, geçiyoruz. Sıra geliyor Porta Susa'ya gidecek olan Sadem
otobüsüne binmeye. Çok beklemeden biniyoruz. Otobüsü de, bir İtalyan'ın ayarını
tutturamayan inlemesi ile sadece bir gülme krizi ile atlatıyoruz. Otobüsten indiğimizde saat 11.30,
Airbnb'den ayarladığımız evin sahibi Sergio 12.30'da gelecek. Porta Susa'dan
Via Garibaldi'ye giriyoruz, şehrin merkezine ilerlerken hiç de yabancılık
çekmiyorum, uzun süre ayrı kalmış olmanın sonucu bir özlem patlaması var. Bütün
sokak ve dükkan tabelalarına bakıp sebepsiz gülebilirim...
Via
Garibaldi ve onu kesen tüm o tanıdık sokak isimleri... Anne, Benjamin, Gonçalo,
Selen ve Ben. Buz gibi kış günlerinde geçirdiğimiz günlerin o sıcaklığını bir
yerlerde hissediyorum, öyle tasasız ve güzel günlerin bir daha olmayacak olması
beni biraz dağıtıyor ama söz verdim, bu tatil hüzünlü geçmeyecek! Kalacağımız evin sokağı, Via Garibaldi'yi dik kesen Via San Tommaso'ya
varıyoruz. Ya ama, az önce bir GROM'un önünden geçtik? Dondurma yememiz lazım!
Sergio'nun gelmesine yarım saat var, GROM bizi bekler. Dakika bir gol bir:
muhtemelen kırkına yaklaşmış yakışıklı bir İtalyan beyefendiyi içeride takım
elbisesi ile oturmuş, dondurma yerken görüyoruz ve dikkatimiz dağılıyor. Öğle
arası GROM'da dondurma yenebilen bir hayat en azından birilerine mümkün şu
hayatta.
Ve saat
12.30. Apartmanın numarasını almamış mıyım yoksa? Ve hatta, sitede de mi
yazmıyor? Via San Tommaso baya kısa bir sokak olduğundan o üç apartmandan biri olmalı,
ortadakinin önünde bekliyoruz ve on dakika sonra bize doğru gelen birini görüyoruz:
"Meeliz?" O advanced İtalyancam sadece yazarken; Sergio aynı
seviyede konuşmadığımı elbette sonunda öğrenecekti. Sorun değil, biraz
'lentamente' diyoruz yavaşlatıyoruz,
sonra "Sen İtalyanca konuş, biz kasamadığımız yerde İngilizce cevap
verelim." diye anlaşıyoruz.
Ev çok
tatlı! Eski İtalyan apartmanı, yenilenmiş stüdyo daire. Gecesi kişi başı 55
lira, evet lira! Hem de Castello'nun dibi. Üç buçuk yıl önce geldiğimizde iki
haftalığına okulun yurdu EDISU'da kalmıştık ve bu sokağın tam karşısındaydı. Nereden bilebilirdim... Oradaki ilk gecemde balkona çıkmıştım, odam kiliseye bakıyordu ve sokağın tabiri caizse o 'ayarında kasvet'ini çok sevmiştim, ileride buralarda kalmayı dilemiştim. O yılki evimiz olmasa da bu haftaki evimiz oldu diye düşünüyorum! Bu sırada Sergio bize
evle ilgili birkaç şey söylüyor, bahtımızın
ne kadar kara olabileceğini Nisan da ben de bildiğimiz için hava durumundaki
yağmurun gerçeklik payını soruyoruz: yağabilirmiş, ilk defa Temmuz ayı
bu kadar yağmurlu geçmiş -peki. Haftasonu denize girmeye La Spezia'ya
gidecektik, orası? Orası da yağmurlu -peki. İyi, Nice'e gideriz o zaman? Orada
eski sevgilim, daim arkadaşım Benjamin var, haber de vermedim ama belki onda
kalabiliriz. Dahası, Sergio da şans eseri haftasonu Nice'e gidiyormuş ve
arabasıyla bizi de bırakabilirmiş. Cumartesi sabah erken giderse araması
yönünde anlaşıyor ve evi teslim alıyoruz! (Sergio'yu otuz yaşında sanıyoruz ama Nice'te buluştuğumuzda otuz dokuz, rakamla 39 yaşında olduğunu öğrenince sağlam şok geçirecektik. Dördüncü güne geldiğimizde anlatacağım.)
pencereden Via San Tommaso ve Via Garibaldi
Yeni bir
yere gidince markete girmeyi çok severim, Nisan da öyle. Arka sokaktaki
Carrefour'dan bir şeyler (tabii ki prosciutto crudo, mozzarella, ekmek, pesto sos ve Twinings vanilyalı çay!) alıp evde atıştırıyoruz, duş alıyoruz ve henüz yağmur
yağmazken sokağı yakalayabiliriz diye düşünürken... Merhaba yağmur! Yine de dışarı şort ve terlikle çıkıyoruz.
Castello Meydanı
Saat üçe geliyor. Geniş
kaldırımların üzerindeki 'portici'lerin altına sığınıyoruz ve bir şemsiye alıp
Via Po'ya yöneliyoruz. Ama önce Galleria Subalpina’ya minik bir selam.
Galleria Subalpina
Cinema Romano, Galleria Subalpina
Birincil
amacımız cappuccino içmek. Via Po’dan anılara boğularak geçiyorum, evimize
giden sokağa bakakalıyorum ama biz Nisan’la nehre doğru yürümeye devam ediyoruz,
evi ziyaret bir sonraki adım. Vittorio Veneto Meydanı, aperitivolar, Benjaminlerle
tanıştığımız o ekim gecesi, herkes... Hatırlıyorum. Ve sonra Gran Madre'nin
yanıbaşındaki Gran Bar'a geliyoruz. Hatırladığım güzellikte bir kahve olmamakla
beraber mekanı özlemişim. Benim hep oturduğum yere oturuyoruz. Aynı camlardan bakan aynı gözler ve fakat apayrı zamanlar, apayrı hayatlar...
Gran Madre
Gran Madre
Gran Bar
Tatilin ilk günü ne güzel şey, içimi huzurla dolduran
fikir öncelikle bu sanırım. Yağmur bitince dışarı çıkıyoruz ve köprüyü geçip
Vittorio Veneto Meydanı’na girmeden sağa dönüp üç buçuk sene önce yaşadığım Via
Cesare Balbo’ya yürüyoruz. 8 numaralı apartman. Hayatımın en güzel
zamanının geçtiği apartman aslında... En üst kat, 2011 Şubatında evi tek başıma
kapattığım o gün, balkonumuzdan görünen Alplere bakarak ağlamıştım biraz. O
halime el sallıyorum aşağıdan: “Bak, geri gelecektin ve geldin işte!” diyorum.
2011 yılında balkonumuzdan çekilmiş bir kare
Ve 2014 yılı, bu sefer aşağıda...
Yürüye
yürüye saatler geçiriyoruz ve karnımız yavaştan acıkıyor. Piazza Carlo Alberto’daki
Sfashion Cafe’de pizza yiyeceğiz, eve giyinmeye gidiyoruz. Azıcık Castelllo'da oturalım desek de yağmur yine başlıyor.
Yaz tatili isimli bir kare
Eve
uğrayıp üstümüzü değiştiriyoruz, bir de şunları yapıyoruz. Şu hayatta her şey zevkten:
Sfashion Cafe’de pizza-şarap faslına geçiyoruz. Kesin gidin, bütün yemeklerden yiyebilirsiniz, olur. Bize yemekte güzel bir haber geliyor: Benjamin’de kalabiliyoruz ve Nice’te güneş var!
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder