4 Temmuz 2013 Perşembe

o deniz başka


Geçen gece bizim koronun fasılı vardı. Bunca yıllık İstanbul hayatımda Balat'a ilk kez gitmiş oldum. Yanımda oturan arkadaşım bir ara bana, ''Gökyüzünde bi' tanecik yıldız görüyorum.'' dedi. Önce bir tane görünüyordu ama sonra baktık, bir sürü saydık... Gökyüzüne bakınca 'Zamanın Daha Kısa Tarihi' isimli kitabı okurken aklıma düşen sorular canlandı, üç duble rakıdan geriye kalan akıl ve üç duble rakıyla artan kalp ile onları düşündüm, sonra onlardan esilenip önümüzdeki yıl için radikal planlar yaptım. Bir süre onların üstüne düşünüp masadan koptumsa da yan taraftan 'Mazi Kalbimde Bir Yaradır'ın söylendiğini duyunca yine masaya dönüverdim, şarkıya eşlik ettim. Ha mesela, ben o soruları düşünürken masadakiler için geçen zaman ile benim için geçen zaman aynı mıydı? Kitap esasında bu soruyu sormasa da ben bu seferlik fiziğe edebiyatla vuruyor ve bunu böyle sormak için izin istiyorum Hawking'den.

'Bunca yıllık İstanbul hayatım' diye bir söz söyleyebilmenin verdiği mutluluk bir şehre duyulan aşktan ötürü müdür? Gezi Parkı'nın temizlenmesine yardım ettiğimiz o sabahtan sonra inanır mısınız, İstanbul'un yerlerini temizlemek ister halde buldum kendimi. Ne yapsam acaba? Yerleri temizleyen bir belediye çalışanına desem ki bir gün: ''Güzel abicim, gel ben sana bir çay ısmarlayayım sen dinlen, o arada da süpürgeni bana ver ben yerleri süpüreyim.'' İşte bunlar hep ne zaman söyleniyor biliyor musunuz? Sokakta yürürken bir yere yetişiyormuş gibi görünen yüzümde bir huzursuzluk kıpırtısı olduğunda, içimde söyleniyor. Ağzımdan çıkamayan bu sözler, dudağımın kenarında bir çizgi olarak kalıyor. İşte ben bu yüzden yazıyorum: içim, hayatın normal seyrinde söyleyemediklerimle dolu. Bazen de sarılmak istediğim ama sarılmamın çok garip kaçacağı tanımadığım insanlardan ötürü yazıyorum, sarılamamanın verdiği o eksilmeyi tamamlıyor sözlerim. Metro merdivenlerinden çıkarken ya da inerken, önünde mendil kutusu ya da tartı olan o kıza, oğlana sarılasım geliyor. Kız dediğim Taksim'de, oğlan da 4. Levent'te. Kimse olmasa da görmese diyorum, ellerinden tutsam, bir yerlerde oturup konuşsak istiyorum. Onları merak ediyorum ama her seferinde dokunmadan yanlarından geçiyorum. Bilir mi acaba o ufaklık, 4. Levent'te bazı akşamlar geç saatte yanından geçen o abla onun oturduğu basamakta neden yavaşlıyor ama duramıyor? Aslında çekiniyor, çekinmese oturuverecek yanına ama yapamıyor. Ya o duvarı aşamazsam korkusu, o duvarı aşmanın vereceği olası mutluluktan ağır basıyor... İstiklal'de bir amca var mesela. Mavi gözlü, beyaz saçlı, Tünel'e yakın bir noktada milli piyango biletleri satan arkadaşı işine ara verdiğinde onun yerine bakıyor, o gelince de biraz laflayıp gidiyor. En azından, benim uzaktan görüp de yazdığım hikayesi böyle. O amcaya aylardır sarılmak isteyip de tek yapabildiğim önünden üçüncü geçişimde bir ufak gülümsemişliğimden ibaret. Karşılığında, şaşırtıcı ölçüde genç bakan bir çift mavi gözün de gülümsediğini görmek, durup bir çift laf etmeye ve sarılmaya yeter bir davetti ama yapamadım. Bana bu hayatta, yalnızken kendimi kolaylıkla kandırabilmemin verdiği özgürlüğü kısıtlayacak bir insan lazım; beni o amcanın yanından geçerken amcaya doğru ittirecek bir insan. İşte benim için hayat arkadaşı böyle bir şeydir.

Bu haftasonu Kuşadası'ndaydım. İlk kez yirmi günlükken gittiğimden mi bilmem; ana kucağının doğadaki hali orasıdır benim için. Konu neydi, oraya nasıl geldi inanın istesem de anlatamam ama kuzenimle güneş batarken denize ayaklarımızı sokmuş bağırıyorduk: 'Ben yeşili seviyom!', 'Benim evim ferah!' Anneannelerimizin, sohbetlerin olmadık yerlerinde patlayan ve konuların akışıyla uzaktan yakından alakası olmayan cümlelerini söylüyorduk aslında. Kahkahalarla gülüyorduk. Bunlar olurken birkaç saniye, uzun zamandır olmadığım kadar mutluydum. Bence insan o çok mutlu olduğu anlarda, göğsünden bir kuş havalanıyor gibi hissediyor. Yani acaba diyor ister istemez, daha da mutlu olursam göğsümdeki kuş değil de bizzat ben havalanır mıyım? Uzayda, solucan delikleri diye zamanda yolculuğu mümkün kılacak şeyler bile olabiliyorsa, bence bu havada karada!

O çok mutlu olduğum saniyelerin akşamından bir Kuşadası karesi ile kapatayım... O deniz başka!



Hiç yorum yok: