1 Haziran 2012 Cuma

eteğime dokunma!

Ayşe Arman'a mail gönderen abiye taktım kafayı. Öyle bir abi ki, saat on ikiye geliyor mesela, aklıma onu taktığımı duysa heyecanlanır filan, öyle bir mentalite onunkisi. Cinsel ışın diyor ya, daha ne desin? Geçiyorum.

Küçükken, ablaları ve teyzeleri mini etekler, güzel kesimli elbiseler ve model ayakkabılarla görünce lise yıllarına kaç kaldığını hesaplar dururdum. Elde Mickey'li tişörtler, havlu kumaşından şortlar ve yürüdükçe ışığı yanan spor ayakkabılar olduğundan canım sıkılırdı, kendimi onlar gibi hayal ederdim. O yaşlarda bacaklara ağda da yapılmadığından, pürüzsüz bacakları görüp para sayar gibi hızlı hızlı atlamak isterdim seneleri. Neden? Onlar gibi güzel görünmek istiyordum, özeniyordum. Kadın hayatında, kendince güzel görünüp hissetmek önemlidir. Yukarıda saydığım mini etek ve topuklular ile sınırlandırmıyorum, istediğini giyme, istediği gibi görünme özgürlüğünün kapsadığı bütün alandan bahsediyorum. Başlangıcının nerede olduğunu bilemediğim bir güzel görünme/hissetme arzusunun varlığından söz ediyorum. Bu isteğin, toplumsal kurgudan nasibini almış olduğu bir gerçek ama içgüdüsel bir yanı olduğunu da kabul etmek için kanıtlar var elimizde. Survival of the Prettiest isimli bir kitapta, üç ila altı aylık bebeklerin de, yetişkinler tarafından güzel bulunan bir yüze, diğer yüzlere oranla çok daha uzun süre baktıkları yazıyordu. Güzel olana doğuştan meyilli olduğumuzu kabul edersek, birer yetişkin olduğumuzda da güzele bakmak sevaptır gibi bir atasözü söylediğimize şaşırmamak gerek. Burada anlaşıyoruz, güzel görünen dikkat çekiyor, bunu herkes biliyor.

Peki, büyüdük... Göğüsler fındık formundan ufak şeftaliye doğru yol aldı. Bel meydana çıktı, bacaklar ve kalça resmi tamamladı. Ve nihayet, istenen giysiler, istediği gibi görünme özgürlüğü geldi. Masum bir hayaldi, gerçek oldu. Kalbi ve onuru kıracak durumlara gebe olduğunun farkında değildim henüz bu mevzuların. Sanırım ilk manevi darbemi, on dört yaşında Karşıyaka Çarşısı'nda bir öğlen vakti aldım. Kırk yaşlarındaki bir adam 'Yalarım seni.' diyerek geçti yanımdan. Tek başıma amcamın dükkanına gidiyordum. Dizimin dört parmak üstünde bir kot etek vardı üzerimde. İlk düşündüğüm, birinin bunu duyup duymadığı olmuştu. Olayın kendisinden çok utanmıştım. Büyük adam, her şey olabilir: öğretmen, memur, bankacı... Bilemedim. Babama az çok yakındı yaşı, küçüklük kahramanımla ortak noktası olan bir adamdan böyle şey duymak da ne demekti? O kadar utandım ki -onun adına da- büyük mü sandı acaba beni dedim, bu terbiyesizliği bir yere oturtmak için sebep aradım üstüne, oturtamadım elbette. Aradan dokuz sene ve böyle onlarca hadise geçti. Hiçbir zaman oturmadı bir yere, her ne idiyse. Değişen ne oldu derseniz, alışmak. En kötüsü de bu galiba. On dört yaşında, birkaç günümü almıştı o sözü hazmetmek. Sonraları üstünde o kadar durmamaya başladım. Anlık sinirlenmeler, lafı yediğim sokağın köşesini döndüğümde uçup gidiyordu, ne yapacaktım? Laf atana cevap verme kızım, boşver denmişti bana. O laf atan da olanca düşüncesizliğiyle, tam da bu yüzden, bulduğu bu boşluktan içeri sızıyordu. O kadardı ki alışmak, bir gece abim ve arkadaşlarımla Kuşadası'nda tacize uğradım ama abim delirmesin, olay çıkmasın diye sustum, sinirden gözlerimden akan birkaç damla yaş da gecede kayboldu gitti. Vay be dedim, ne hale gelmişim on dört yaşımdan bu yana. Bu adamlar da öyle. Yanımda üç beş erkek varken, elini vücudumla özgürce tanıştırabilen cesur yürekler türemiş etrafta! Ve biliyor, kavga çıkmasın diye susar nasılsa diyor ve istediğini yapıyor! Gece yattığımda sinirimden kollarımı sıkıp çizmiştim, gidip adamın kafasını patlatmadan uyuyamayacak gibiydim. Her türlü hakkımı çiğneyen bir herifin yanına kar kalmıştı bana dokunmak, o saatte abimin ve arkadaşlarımın, hepimizin canını düşündüğüm için. Sonra dedim kendime, demek etekle topuklu ayakkabı giyince yanında abin de olsa güvende değilsin kızım. Ama bunu da yediremedim. Giysi olarak bakamıyorum olaya, beni iyi hissettiren bir şeyden, beni istediğim şeyi yapmaktan alıkoyan terbiyesizler olarak bakıp daha da sinirlerimi bozuyorum! Ben de biliyorum, kadın etek giyince dikkat çekiyor, güzel görünüyor. Ve bakmayın da demiyorum iyi mi! Bakın kardeşim! Bakın da, bakmayı bilin! Hatta bakmayı bilin, canımızı yiyin! Naif bir bakışa hiçbir kadın sinir olmaz, bilakis beğenilmek hoşuna gider her insan evladının. Hem biz bakmıyor muyuz beğendiğimiz, dikkatimizi çeken erkeklere? Bal gibi de bakıyoruz, sağ olsun bizim de hormonlarımız iyi çalışıyor. Ama her şeyin bir adabı var. Kadın ya da erkek, kimsenin kimseyi rahatsız etmeye, bile bile buna devam etmeye ve onun onurunu kırmaya hakkı yok. Ben burada kendi ufak kalp kırıklarımdan bahsediyorum, orada yirmi altı kendini bilmez insana evrilmiş hayvanın hadisesi ve bir küçük insanın dramı var. Ve bu sadece bir hikaye, daha neler var...

Bundan sonra hiçbir erkekten, mini etek giyen, göğüs dekoltesini açan kadın erkeği tahrik ediyor açıklamasını duymaya tahammülüm yok. Bir kadının kendini güzel hissetmeye hakkı vardır, her insanın olduğu gibi. Hem mini etek ve dekolte işin bahanesi; olmasa da gözünü diken adam var. Sürreal dünyasında, etraftaki her kadının kendisine deli olacağını düşünüp dil çıkaranı, güleni var! Bunlar ne ki, ufacık çocuğun içinde kendini garipsemeyen 'insandışı'lar var! Oyun sanıyorlar galiba bu işi. Demek bir sorun var. Bu kadar bastırırsak bir olguyu, dünyalar da o kadar onun üzerinden döner. Bir düşünün yahu, hayvan sözcüğünü hakaret olarak kullanıyorsunuz. Eğer hormonlarınıza bu kadar yeniliyorsanız, ne farkınız kalıyor hayvandan?

1 yorum:

Adsız dedi ki...

şu an yerimden kalktım alkışlıyorum seni