14 Aralık 2010 Salı

içimden yazdım


O yazmış bunu.


"Soyle ki, hayatta en sinirsiz ve en kirilgan seylerden biri bence sevgi. Tutumlu olunacak bir alan degil. Cunku siniri yok. Kucuk gorulecek bir sey hic degil, cunku materyal doyumsuzluk dunyamizda ruhsal doyuma yaklastiran tek sey falan belki. Ruhsal doyumun, materyal doyuma kiyasla hic onemsenmedigi su cagda. Neden oyle, neden severiz, belki Freudyen bi aciklamasi vardir, belki sevgi bencilliktir falan filan. Kesin cok 'entelektuel' biri cikip su yazdiklarimi sacmalik olarak niteleyecek, kimyasallardan, tuketim toplumundan, icgudulerden falan bahseden 'mantikli' bir aciklama yapacaktir. Ilgilenmiyorum. Gercekten, ilgilenmiyorum. Umrumda degil. Sebebi ne olursa olsun, sonucu tartisilmaz derecede iyi bir seyden bahsediyoruz. Denemeyenlere siddetle tavsiye edilir. Sevginin sinirsizligi karsisinda dehsete kapilip, korkan insan ise, hayatta hayalini kurdugu her tur basariyi yakalamis olsa neye yarar?
GRE kelimeleriyle aciklayayim o insani hatta, 'calismak yerine buraya yaziyorum' sucluluk duygusundan arinayim: pusillanimous insandir o, stolid insandir."



Can'ım, diyebildiğim biri olduğu için şanslıyım. Bana da can'ım dediği için. Deyivermek aslında adı; insanın ağzından öyle çıkıyor. '-Esi gelmek' vardır ya Türkçe'de, ne çok severim ben o kalıbı. Öpesi gelmek, diyesi gelmek, sarılası gelmek.. Açıklama gerektirmez eylem, kendisi açıklamadır çünkü aynı zamanda. Dediğini tekrarlarsın neden diye sorulduğunda, '...-esim geldi çünkü' diye. Özgür. Ve de pişmanlık kabul etmez bir kalıp. Uzattım ama, yazasım geldi işte.



O Washington DC'den, ben Torino'dan, birbirimize yazdıklarımızla dokunabildiğimiz için şanslıyım. Aynı zamanlarda aynı şeylerle beynimizi meşgul ettiğimiz için bile şanslıyım, içimizde bir şeyler beraber doğuyor, büyüyor, ilerliyor. Demek ki, "yeter ki aynı gökyüzü altında olalım"mış mesele. Peki ben bu cümleyi neden hiç unutmuyorum? 14 yaşındaydım o mektuplarda bu cümleyi gördüğümde, çok eski.



İkimizin gerçek olduğuna eminim. Herkes yaşayıp gidiyor da, bence sen ve ben farkındayız. Sevgide sadelik var, ego pek yok. 'Farkında olmadan'lar var sonra.. Karşı koymamak, ezberlememek. Yazık olmamak ve harcamamak. Kolaylık var bir de sevgide. Bir yeri geçtikten sonra her şey çok kolay, kişiyi sadeliğiyle düşünebilip, gereksiz oyunlar oynamamak. Bunları seni düşünerek yazmama ne diyorsun peki?



Bu arada kafamda geçenlerde bir imge belirdi. Çizebilsem çizeceğim, sana göstereceğim. Hayatımın hiçbir safhasının sona ermediğine karar verdim. Birbirine paralel ipler var, sonsuz uzunlukta. İpler, hayatın safhaları. O iplerin çeşitli noktaları düğüm, ben orada bir şeyler yaşıyorum. Bazıları üç düğüm atıyor yana, bazıları yüz üç düğüm. Düğümler bittiğinde o ipten alttaki ipe geçiyorum, yeni şeyler düğümleniyor, ben yaşıyorum. O ipleri, sonsuz uzunluklarıyla uzayda hayal ettim, boşlukta salınırlarken, geçmişe ve geleceğe. Yaşanmışlıkların öncesi ve sonrası duruyor orda, var yani. Ve geri dönüp kaldığın yerden düğüm atma şansın var gibi, bazen çok bazen az ama var. Mesela ben sonsuza kadar Torino'da kaldığımı düşünebilirim. Sen de sonsuza kadar dormda oda arkadaşı olduğumuzu düşünebilirsin. Ya da üçüncü sınıfının dopdolu eğlencesiyle hiç bitmediğini. Sonsuza uzuyor düğümlenmese de iplerin, varlar yani aslında. Sonra bütün iplere baktığında, yukardan aşağıya uzayan, düğümlerden oluşmuş bir şekil görüyorsun; hayatın. Yanlarında dalgalanan uzantılarıyla beraber. Hayat, yalnız değil yani. Olasılıkların arasında bir yerde duruyor. Diyeceğim o ki, keskin olan şeyleri sevmem bilirsin, hayat yaşıyor sağıyla soluyla. Öylece asılı kalmıyor kendi varlığında.



Seninle sonsuz olduğumuzu düşündüm bununla beraber. Sınır yok içimde uzun zamandır, hele sana karşı hiç. İçimde koşabilirsin, zıplayabilirsin, çığlık atabilirsin, şarkı söyleyebilirsin.. O kadar çok yerin var ki, ne istersen yapabilirsin.

Hiç yorum yok: