29 Nisan 2020 Çarşamba

Belçika'da çilek






Brüksel’den taşındığım için serinin adını Belçika’ya çeviriyorum. Gönül isterdi bunu alfabenin dördüncü harfi yerine daha sonraki harflerinde yapayım ama yazı yazmak ve aslında sadece o da değil; herhangi bir şeyi düzenli yapmaktaki tutarlılığım pek yüksek değil. Motivasyon otururken mı gelir yoksa yapmaya başladıktan sonra mı konusundaki araştırmalar ikincisinin doğruluğunu gösteriyor ancak o itici gücü bulmak, getirmek veya edinmek -artık nasıl geliyorsa!- herkes için kolay olmuyor. Amiyane tabirle yazacağım: g.t istiyor! 


Fizikte bir cisme ilk hareketi veren kuvvetin adını düşünüyordum, hatırladım: impetus. Türkçe’de ne diye öğrendik diye bir bakayım dedim, düşünmeye gerek yokmuş zaten apaçık bir terim: itici güç. İşte onu ararken eylemsizlik kuvvetine denk geldim. Ne olduğunu biliyorsunuzdur zaten ama oldukça anlamlı olduğu için alıntılıyorum Vikipedi’den:

“Eylemsizlik kuvveti yoktan var edilemez. Var olan enerjiyi cisim yine kendi haline, yani hareketsiz haline dönmek için kendi hareket yönüne zıt bir kuvvet oluşturup kullanır. Evrende madde her zaman ilk hareketini korumak ister, yani duruyorsa durmak; hareket halindeyse o hızda harekete devam etmek ister. Cisme bir kuvvet uygulandığında cisim harekete ters yönde cevap vererek ilk halini korumak isteyecektir, bu cevap eylemsizlik kuvvetidir.

Bir cisme uygulanan hiçbir kuvvet yoksa ya da cisme uygulana kuvvetlerin bileşkesi 0 ise cisim ya hareketsiz kalır ya da düzgün doğrusal hareket yapar. Örneğin; sıra üzerinde duran bir kitaba dışarıdan bir kuvvet uygulanmadıkça sonsuza kadar bırakıldığı yerde kalır.”

Sıra üzerinde duran o kitap benim. Bu kitap bir hareket ediyor, bir duruyor. Daha önce durduğu zamanlar bu durma halinden bu kadar rahatsız olmamıştı ama bu sefer çok rahatsız. O yüzden ne zaman durup ne zaman hareket ettiğini anlamak için kendi kendini okumaya karar verdi. Bir nevi otoanaliz. Retrospektif günlük. Bu başka yazının konusu.


Konudan, çilekten bu kadar saptıktan sonra başa geri döneyim. Brüksel’den taşındım dedim. Belçikalılara göre büyük şehir, bana göre ilçe olan bir yere erkek arkadaşım vasıtasıyla taşındım. Başlangıçta tek iyi yanı Antwerp’e yakın olması diyordum; sen İzmir’de doğ, İstanbul’da oku, Torino’da Erasmus yap, sonra üstüne Brüksel’de yaşamaya başla ama en son kalk Sint Niklaas’ta otur diyordum. (Sint Niklaas’ta ne var veya ne yok konusu başka bir harfin konusu) Böyle negatif düşünceler -ki sadece bu konuda da değildi- canımı çok sıkıp psikolojimi de olumsuz yönde etkileyince kafamı değiştirmeye karar verdim. Bir gecede değiştirmeyi çok isterdim ama öyle olmuyor tabii. Bu da değiştirmek istediğim şeylerden biri bu arada, hiçbir yardımı dokunmayan ve aksine zarar veren bu sabırsızlık. İşte o yüzden buraya dair güzelliklere odaklanmaya çalıştım, çalışıyorum. Mesela bisikletle beş dakika sonra tarlaların ortasında bulabiliyorum kendimi, atların ve ineklerin otladığı yollardan bir çilek otomatına gidebiliyorum. İlk defa gittiğimde öyle sevmişim ki dönüşte çiftçi mi olsam diye düşünürken buldum kendimi. Tabii buradan çiftçi olmak istediğimi çıkarmıyorum, o sadece başka bir şeyler (de) yapma isteğimin sembolü olsa gerek.




Yazının başında kullandığım amiyane tabire ek bir başkasını kullanacağım şimdi de: hayat beni g.t etmeye devam ediyor, emin olduğum çok şeyi sadece öyle zannetmiş olduğumu bana gösteriyor. Otuzların da olayı bu galiba. Mesela, beş sene once gece saat 2’de yazarken böyle şeyleri; şimdi 22.45’te gözlerimden uyku akıyor. Büyümek güzeldi ve hala güzel; ama bir yerde yaşlanmakla çakışıyor ve o bir yer sanırım tam da buralar.

Hiç yorum yok: