Merak etmiyor muydunuz hikayenin
geri kalanını? O geceden sonra ne oldu? Neden bu kadar ara verip bu seriyi
tamamlamaya karar verdim bilmiyorum. Özledim galiba Torino’yu, Nice kaçamağını,
Nisan’la prenses serseriler olmayı. Belki de uzaklaşmasını
bekledim, biraz geçmişte kalsın da böyle çok özlediğin birine uzun bir aradan
sonra nefes alırmışçasına sarılmaya benzesin şu yazmak işi.
* * *
Uyuduğum şekilde uyandığıma
eminim. Nasıl bir nostalji sarhoşluğu ise artık… Mutfağa gittiğimde Nisan
uyanmıştı, Benjamin ve ev arkadaşı da yanındaydı. Benjamin bir gece önce bu
çocuktan bahsederken, maaşının yüzde yetmişini pahalı bir saate ve geri
kalanını da lüks bir otelin şezlonguna verebilecek birisi olduğunu söylemişti.
İster istemez, gözlerim bileklerine gitti. Saatini takmamıştı ama birkaç saat
sonra dışarı çıktığımızda biz halk plajına giderken, o otele
doğru yol alacaktı.
Kahvaltı ediyoruz, sonra giyinip Place
Garibaldi’ye doğru yürüyoruz. Benjamin salonda uyuduğu, biz de Nisan’la Benjamin’in
yatağında uyuduğumuz için kendisine nezaketinden ötürü teşekkür ediyoruz ve
beklenen bilgi geliyor: ‘’Sorun değil. Kız arkadaşım da çok horladığımda salona
gönderiyor, çok rahat koltuk.’’ Kadın olmaya bazen katlanamıyorum:
Sevgilisi olan eski sevgilinin gözde birden büyüme yapması. Aslında normal…
Teknik olarak pabucun dama atıldığı bir durum. Yine de Garibaldi’ye gelip
kafeye oturduğumuzda tipim şöyle, takmışım biraz kafaya, hehe.
Ama burada artık takmıyorum galiba, mesut gibiyim.
Kahveden sonra Benjamin ve
arkadaşı öğle yemeği yemeye gidiyor, biz de Nisan’la plaja kaçıyoruz. Ha şunu
atladım. Evden çıkmadan önce, Torino’daki ev sahibimiz Sergio’nun önceki gece
attığı mesajı görüyorum: ‘’Biz de arkadaşımla Nice’teyiz, isterseniz bir şeyler
içebiliriz.’’ Bir önceki gece yaşımıza yaraşır şekilde on bir buçukta arabada
uyuyakaldığımız için cevap atamadığım bu mesaja, tarif edilecek daha iyi bir
nokta yokmuş gibi, sahil boyunca birkaç kilometre uzanan Quais Des Etats-Units’nin çarşı tarafındaki ucunda, rastgele bir tabelanın az solunda kalan
cankurtaran kulübesinin önünü tarif ediyorum. Ve güneşlenmeye iniyoruz. Nisan
bir ara on tane insan bulsak yedisinin benzediği tipte bir çocuğu -hem de 150
metre uzaktan- Erasmus’taki manitasına benzetiyor ve sahilde amaçsızca bir
takibe girişiyoruz sağ olsun. Sonra geriye, Sergio’ya tarif ettiğimiz yere dönüyoruz.
Çok güneş var.
Benjamin’in de Sergio’nun
da geldiği yok, denize giriyoruz. Bir eğlence bir eğlence, yarım saate yakın
suda duruyoruz. Neden sonra sahilde dikilip etrafına bakınan bir çocuk
görüyoruz: Sergio. El sallıyoruz, bağırıyoruz ve bizi görüyor, o da el sallıyor.
Denizde keyfimiz yerinde olduğu için sudan çıkmıyoruz, Sergio gelir diyoruz.
Dalıyoruz, çıkıyoruz, sırt üstü yatıyoruz. Bakıyoruz, Sergio hala dikiliyor. Tekrar gülümsüyor, el ediyoruz, suda durmaya devam ediyoruz. Galiba beş
dakikadan daha fazla süre kafamız basmıyor; çocuk aslında arabasını geçici olarak park
etmiş, bizimle akşam planını konuşmak için gelmiş, sudan çıkıp havluların yanına gelmemizi bekliyor. Rezalet! Beş dakikadir suda
kelebek gibi çırpınan halimizden utanıyor ve kıyıya doğru yüzüyorum. Kıyıdaki hafif
dalgadan ötürü bir türlü doğrulamıyorum ve ortaya daha da gerzek bir görüntü
çıkıyor: Sergio taşların üstünde, ben kıyıda her dalga ile savrulur vaziyette,
Fransızların ortasında İngilizce-İtalyanca karışık konuşmaya çalışıyoruz.
Arkadaşımdan bu anı resmetmesini istedim. Çünkü sahnenin asıl kahramanı,
Sergio’yu hiç sallamayıp su balesine devam eden Nisan.
Sergio ile akşam buluşmak için
sözleşiyoruz ve Sergio gidiyor. Plaja tekrar çıkıp yerimize yatıyoruz ve az sonra başımda bir
gölge beliriyor: Benjamin. Yanıma oturuyor ve utana sıkıla bir şeyler geveliyor. Özetle,
Antibes’de oturup çalışan sevgilisi Elodie sürpriz yapmış, akşam için Monaco'da havai fişek gösterisinin izlenebildiği lüks bir restoranda yer
ayırtmış. Coğrafi konumlar da şu şekilde olduğu için, akşam Nice'te, Benjamin’de
kalacaklar.
Bir sürü özür diliyor. Aman yarabbi, işte bu andan itibaren ben,
‘’Noooo that’s okaaaaay, of course we can get the f*ck off Beeeen hahahaha’’
tarzı şakaya vuran, hafif bozulmuş ama bozulmamış gibi yapmaya çalışan bir insana
dönüşüyorum. Hostel.com’dan bulduğumuz ilk otelden yer ayırtıyoruz ve
Benjamin’le denize giriyoruz. Ee diyorum, nasıl bir insan bu Elodie? Materyal
olgulara ziyadesiyle ehemmiyet gösteren Benjamin, noter olduğu ve ayda 5000 Euro kazandığı
ile başlıyor. Güzel de bir kızmış, oh. Ben de güzelim ama! diyorum ve gülüyoruz ikimiz de. (Şu hayatta, içimden geçenleri bir tek kendime saklamayı bencillik olarak görüyorum da az insan anlıyor.)
Şimdi sıra eve gidip eşyaları
toplamakta ki Elodie bizim varlığımızdan haberdar olmasın. Hah… İşte bu
sanırım. Eski sevgilinin seni bir şekilde hala alakadar eden tarafı tam da bu nokta, birinde
artık var olmadığının başka bir varlıktan dolayı tescillenmesi.
Evde hızlıca hazırlanıyoruz. Elde
torbalar, ıslak saçlar, Nisan’la şakalar: ‘’İç çamaşırımı şuraya atıvereyim de
akşama Benjamin görsün gününü.’’ Şaka bir yana, hiçbir cadılık yapmadan çıkıp
gidiyorum evden. Benjamin bizi üç cadde aşağıdaki otelimize bırakırken, arkamı
dönüp baktığımda ikimize de garip geldiğini fark ediyorum.
Otele geliyoruz. Ah diyorum, eski
sevgilim şimdiki sevgilisiyle bu gece Monaco'da havai fişek eşliğinde
yemek yiyecek, bense tuvaleti bizim lisenin tuvaletlerinden hallice olan bir
otelde kalıyorum. Neyse ki Nisan var yanımda. O da bir elbisesini arıyor ama bulamıyor. Eyvah! Yoksa Benjamin'in odasında mı kaldı? Öyle bir şey olursa herhalde önce Elodie Benjamin'i, sonra da Benjamin beni keser. Bilerek yapmadığımı da anlatamam, rezil olduğumla kalırım. Çok üstelemeyip bu endişeyi bir kenara bırakıyor ve Sergio ile buluşmak üzere sahile
yürüyoruz. (Merak edenleriniz için, o elbise hiçbir yerde bulunamadı.) Çarşı dolaylarında su almak için Carrefour’a giriyoruz ve kendimizi
bir hardal kavanozunda görüyoruz:
Bay Kötü Şans
Bazı güzel yerler.
Yine müthiş bir tarif ile aynı
yerdeki trafik lambalarının altında buluşmayı önerdiğim Sergio’yu, gerçekten
de ‘semaforo’nun altında buluyoruz. Elinde piknik çantası; bize aperitivo
getirmiş! Plaja iniyoruz ve başlıyoruz.
Sergio’nun abimiz olduğunu
öğreniyoruz, otuz dokuz yaşındaymış! Çantasından ucu görünen ‘Perdigiorno’
(İtalyanca'da berduş demek) kitabı bize göz kırpıyor; insan plansız yaşadığı kadar genç
kalıyor adeta. Kim der ki iş yerindeki o insanlarla aynı yaşta diye? Perdere İtalyanca’da kaybetmek demek, giorno ise gün. Yok mu bir
güzellik bu sözcükte? Günü kazanan o değil mi aslında günün sonunda? Hesabı yapılabilseydi bunun, muhakkak ki o ve onun gibiler olurdu kazanan.
Sergio aslında avukatmış ama iki yıl çalıştıktan sonra
bırakmaya karar vermiş, tanımlı sıradan hayatları sevmiyor; aktörlük yaparak,
bir de ev kiraları ve Vespa satışlarıyla geçimini sağlıyor. Bira ve cips
faslından sonra, Sergio arabasıyla arkadaşının yanına gitmek için bizden izin istiyor; akşam yemekten sonra buluşacağız. Nisan’la uzun arayışlardan sonra bir
yerde karar kılıyoruz, birkaç saat oradayız.
Oradan kalkıp sahilde yürümeye gidiyoruz. Vitrin camlarında selfieler çekiyoruz. Annemin diktiği elbiseyi çektiriyorum Nisan'a. Yanıma kendini beyaza boyamış bir performans sanatçısı teyze gelmeden önceki an.
Sonra konu aşklara geliyor, diyoruz ki aşık olmuyoruz biz artık, olamıyoruz, olmaz mıyız da acaba. Ve tam o köşeyi dönünce karşımıza çıkan şey ikimizi de susturmaya yetiyor:
Cap ou pas cap kutusunun büyük boyundan.
Eh, diyoruz, herhalde bunu bir Fransız türbesi olarak kabul edebiliriz. Kendimize Guillaume Canet gibi bir adam diliyoruz. (Bilmeyenleri, 2009 yılında yazdığım, olgunlaşmamış zamanlarımdan bir Jeux D'enfants yazıma yönlendirebilirim. Yirmi yaşındayken insanın düşünceleri çocuksu oluyormuş gerçekten de ancak Guillaume Canet'yi hala diliyor olmam endişe verici. Tıklayın.)
Çarşı tarafına geri döndüğümüzde Sergio arıyor ve tam o sırada da karşı karşıya geliyoruz, Nice küçük yer. Bir sürü bara girip çıkıyoruz ama hiçbir yeri tam beğenmeyip geceyi harcıyoruz. Ertesi sabah bizi güzel bir sahile götüreceğine söz veriyor Sergio, buluşma yeri de yine duvarın şurası tarzında bir nokta oluyor ama endişe etmiyoruz çünkü bu belirsiz tarifler şu ana kadar yüzümüzü kara çıkarmadı.
Otele dönüyoruz. İki kişilik yatağı Nisan'a vermiştim, ben pencere kenarındaki teklideyim. İkimiz de ertesi günün hayatımızın en güzel ve unutulmaz günlerinden biri olacağından tamamen habersiz; uyuyakalıyoruz...
Commodore Hôtel, Rue Barberis, Nice
3 yorum:
gün 6 heyecan içinde bekleniyor.:)
Rüyamda seni görmesem artik
o kadar sosyal medyadan neyim de ekledim feys olsun instagram olsun arkadas olduk sozde ama yaranamadim / olmayacak bir sey benimkisi / burdan da yazmam artik ;-(
Yorum Gönder