Can Dündar'ın Deniz Gezmiş yazı serisini okuyordum odamda, yerde, halımın üstünde. İkinci yazının bir yerinde gözlerim yaşardı, kapattım gözlerimi, yüzümü buruşturup halıya kapandım. Anlamlı hatıralar mı çok geldi birden, bilemedim. Sonra aklıma, dün sabah işe gitmek için servisi beklerken gördüğüm bir sahne geldi. En fazla üç yaşında olabilecek bir ufaklık, dizlerine kadar uzanan rengarenk yağmurluğuyla dedesinin civarlarında koşturuyordu. Hemen arkamdaki fırına yürüdüklerini tahmin ettim, gözlerimle takip ettim. Fırının penceresinden parayı uzatma görevini üstlenen ufaklık, parmaklarının ucuna çıkarak ancak yetişebildi. Dedesi ekmekleri aldı ve geldikleri yoldan geri dönmeye başladılar. Yine izledim... Kaldırımlardan atlayıp zıplayan renkli bir yağmurluktu aslında gördüğüm, kendisi o kadar minikti ki. Girdikleri sokakta gözden kaybolana kadar izledim, tüh dedim, keşke hangi apartmana girdiklerini görseydim ve onların sabah erkenden yapacakları muhtemelen çok şirin kahvaltılarını daha iyi hayal edebilseydim. Sıcak çay, sıcak ekmek, bır bır bır konuşacak o ufaklık ve tatlı dede, belki de anneanne ya da babaanne... Bunu unutma dedim kendime, bir yere not et bu sahneyi. Kim bilir, belki kendi dedemle bayramlarda onları ziyaret için gittiğimiz Söke'nin çarşısını, dedemin bana her gittiğimizde kitap seçtirip aldığı kırtasiyeyi hatırladım da hoşuma gitti... Biraz daha büyüktüm ama benim de boyumun yetmediği raflar vardı herhalde, uzanmaya çalışırken aynı böyle tatlı göründüğüm...
Çizim çok yeteneksiz olduğum bir konu...
1 yorum:
Çok tatlisin :)
Yorum Gönder