5 Haziran 2013 Çarşamba

direnmenin dayanılmaz hafifliği


Üzücü ve korkutucu olaylar hala devam etmekte ama ben bir nefes alacağım bu gece, uyumadan önce. Bugün yumuşacık anlara şahit oldum ve 24 yaşımda, varlığıyla ilk defa karşılaştığım bir hisse vakıf oldum. Merak ettirmeyeyim, ismini henüz koyamadım. Ve anladığım kadarıyla hiçbirimiz koyamadık. Şaşkınız ve bu hissi kucaklamaktan başka bir şey yapamıyoruz. Biz daha önce böyle bir şey yaşamadık.

Polisten ve iktidardan bir gram çekincemiz olmamasının sebebi masum olmamızdır. O yüzden ki sittinsene gaz bombası atacak da olsalar direnmeye devam ederiz. Her gün Gezi Parkı'nda bunu görüyorum. Fark ettim ki hiçbirimiz, polisin aşırı zulmüne uğrayanımız bile ölesiye korkmuyor. Suçlu bir insan yakalanmaktan kaçarken, aynı zamanda suçundan da kaçıyordur ama bizim hiçbir suçumuz olmadığından, korkumuz sadece canımıza gelecek zarardan. Ve o korku, polisin bize sıktığı gaz gibi: başta yaksa da sonra geçiyor. Deli olduğumu mu düşünürsünüz bilmem ama biz endişemize rağmen mutluyuz günlerdir. Heyecanlıyız, çirkinliklere boğulmuş bir ülkenin kalbinin de kalbinde, Taksim'de, güzelliklerle çevriliyiz. Taksim şu an gerçekten bizim. Polisin girmediği, barikatlarla çevrili bir yerimiz var. Doktorumuz var, avukatımız var. Gözümüz görmese, o gazın içinde elimizi tutacak tanımadığımz binlerce insan var. Bunlar güven veriyor. En güven verici şey ise haklı olmamız.

Bugün bir sahaf bana, 'Güzel günler yaşayın.' dedi giderken. Kaç aydır İstanbul'daki insanlara bir gram tahammülüm kalmadı diye üzülüyordum. Kalabalık üstüme üstüme geliyordu, kaşlarımı çatarak bakıyordum yolda önüme çıkan insanlara. Ama şu an... Utanmasam sarılacağım millete. Sanki kocaman bir okul şimdi sokaklar. Herkes tanıdık, herkes arkadaş. İnsanlar güzel. Gözlerimiz parlıyor, daha da kalabalık olmak istiyoruz. Çimlerde otururken, 'Anne poğaçası isteyen var mı?' diye bir ses duyuyoruz yanımızda. Yolda yürürken önümüzü kakaolu kek tepsisi kesiyor. Çay alın, diye bağırıyor biri yandan. Yetmiyor, kafamın üstünden bir el geliyor ve gözlerimin önünde bir yaprak sarması tabağı peyda oluyor. Yer misiniz, diyor. Yemez miyiz hiç! Çarpan özür diliyor, çarpsak özür diliyoruz. Oradan çıkıp eve gelirken taksicilerle dolu dolu muhabbet ediyoruz. Sahi, kim seviyor bu adamı, diyoruz. Anlamıyoruz.

Direnişte kimin kim olduğunun bir önemi yok. Hatta öyle ki, hepimizin farklı olması inanılmaz güven veriyor. Yıllardır tamamlayamadığımız yapbozun eksik parçalarını bulmuş gibiyiz. Heyecanla yerleşiyoruz boş kalmış yerlere. Bir gün, büsbütün olmayı bekliyoruz. O ne derse desin... Ne yaparsa yapsın... Biz bu yaşadığımızı ve gördüğümüzü unutmazsak, her zaman umut var demektir. Kökümüz kurumamış demektir. Çiçek çocuk edebiyatı yapmıyorum. Yemin ediyorum, Taksim Gezi Parkı'nda olanları ölene kadar hafızamda capcanlı tutmak için çok şey verirdim. Bu süreç nasıl sonlanır; biz masum ve haklı direnişimizdeyken başkaları çok derin planlara girişir ve başarılı olur mu, bilmiyorum. Yalanın bini bir para olmuş memlekette. Biz bu ruhu ne kadar ve nasıl koruruz, onu da bilmiyorum. Böyle şeyler hiç belli olmuyor çünkü... Kaygan ve ince bir zeminde duruyoruz ve rüzgar kuvvetli esiyor. Ama bir kere gördük işte. Şimdi olmazsa, bu sefer olmazsa bile bir gün... Bir gün olacak. Asla olanı yok sayamazsın, diyordu şarkı.*

Direnmenin dayanılmaz hafifliği yazdım başlığa. Çünkü anladım ki direnmek var olmakmış.

*Nazım'a, Ceylan Ertem

Hiç yorum yok: