17 Mayıs 2013 Cuma

51*

Bir ömür büsbütün, upuzun. Üç noktayla bitmeli ömür dediğin. Yine tek noktayla bam diye bitti.

Ben anlayamam, sen anlayamazsın kendi ömründen başkasını. Yok oldun diyelim, tahayyül edemezsin. Ben mevzunun burasını düşünüyorum. Ama anlatamıyorum çünkü çok basit bir şey söylüyorum. Annesine hediye almaya giden kızın 'ölüvermesi', başka ölümlere gerek kalmadan, tek başına bile kocaman. Çaresiz, kanlar içinde bir amcanın şok içindeki yüzünün yürekte bıraktığı iz kocaman. Böyle sayması kolay ama farz ediyorum ki o bendim, sendin. Nasıl kabul edebilirsin? Düşünsene, öldükten sonra öldüğünü bildiğini. Böyle bok yoluna gittiğini. Sen öldüğün gün, Boğaziçi Üniversitesi'nde Athena konserinde zıplayan gençler olduğunu bir düşün. Senin hayatın sana dünyalar demek, bir başkasına ise elli bir hayattan (belki daha mı fazla?) sadece bir tanesi. Ben utanıyorum o gün konserde olduğum için. Biliyordum da gittim hem de. Ben de mi Allahsız oğlu Allahsız'ım? Sen de mi öylesin? Ama gayet haklı dersin ki ben eğlenmesem ne fark edecekti? Doğru, bir şey fark etmeyecekti. Ama ayıp işte. Bir şeyler çok ayıp. Misafirin önüne pijamayla çıkmak ayıbı gibi de değil bunlar; ayıp edilen kimsenin yüzüne değil, arkasından yapılan ayıplar bunlar. Belki ondan daha samimiyetsiz geliyor bana. Şu yazdıklarımdan bile utanacağım şimdi. Madem bu kadar içime oturacaktı, evde otursaydım o gün. Bu kadar bireysel mi yaşar olduk? Belki arkadan o müziği vermeseler daha mı az gözyaşı akacak gözlerimizden o videoları izlerken? Gerçekten kendime soruyorum bunları, rahatsız oluyorum kendimden.

Cumhurbaşkanı televizyondaydı demin: ''Yüz tanenin doksan dokuzunu önlersiniz ama duyurmazsınız; birini önleyemezsiniz ve o büyür, yayılır.'' Virgülden sonrasını tam sayıya yuvarladığımız lise matematik soruları değil ki hayatlar, olmuyor işte Gül. Sen öyle diyorsun, belki yalan da demiyorsun ama say ki şıklarda yok bu sefer. O bir, dünyanın en önemli biri. Yuvarlayamıyorsun.

Bir belgesel izlemiştim geçen yıl: 5 Nolu Cezaevi-Diyarbakır Zindanı. Elbette her an başkalarının yaşadığı acılarla zehredemez insan hayatını ama ömürler felaket sonlarla bitmeye devam ediyor. İnsanların kim olduğu, nereden olduğu, ömürlerin nerelerde başladığı ya da hangi boktan sebeplerle bittiği fark etmiyor. Ben böyle biten her hikâyede kendimi etkisiz eleman olarak görüp başımı önüme eğiyorum. Kimse, ölümüne dayak yedikten sonra, arkadaşının kollarında son nefesini verirken ve aynı zamanda da ona moral vermek için gülümserken, dayaktan paramparça olmuş yanaklarındaki etlerin dökülmesini hak etmiyor. Kalp kaldıracaksa izleyin bu belgeseli:

                            

Üç cümleyle içimi rahatlatmaya çalışmıyorum. Masumiyet yok yere ceza görmediği gün rahat edeceğiz. O zamana kadar, bizim ikiyüzlü hayatlarımız işte.



Hiç yorum yok: