25 Ocak 2013 Cuma

üstü kalsın

Güzel bir gün, iki güzel haberle başlamıştı. Üzerinden bir haftayı geçirmeden anlatayım artık. Hava da güneşliydi. Hal böyle olunca Beyoğlu civarlarını hemen terk edemedim ve St. Antoine Kilisesi'ne yürüdüm, bahçesinde takıldım. Neden sonra aklıma Cemal Süreya'nın Kulaksız Mezarlığı'nda yattığı geldi.  Orası neresi? Daha önceden yolumun düşmediği bir yer. Cihangir'den taksiye atladım ve Kulaksız Mezarlığı'na dedim. Takside, nergis çiçeği almaya karar verdim. Birer birer toprağa serpecektim. Hem mezar başında kalma sürem de belirlenirdi böylelikle; bir demet nergis sapı kadar. Taksiden indim ve etrafta bir tane bile çiçekçi göremedim! Esnafa sordum, en yakın çiçekçi yürüme yarım saat uzaklıktaymış. En kötü, mezarlığın içinde çiçek satılacağı aklıma geldi ama o da yoktu; elim boş gittim mezara. İçeri girdiğim gibi elinde bidonla yanımda biten ufaklık, 'Su lazım mı abla?' diye sordu. Benim boş bakışlarıma istinaden cenazenin yerini gösterdi parmağıyla. Sonra açıkladım: 'Cemal Süreya'ya gelmiştim ben ama.' Çocuk 'Ha Seberleri diyonuz abla.' dedi. Başladık tırmanmaya. Çocuk yanına orak -orak mıydı onun adı?- ve bidon almış; görev bilinciyle tırmanıyordu ama ben huzursuzdum. Kabri tek başıma bulabileceğime mi inanmıştım da çocuğun varlığı fazlalık gibi geliyordu? Neyse, mezara varınca yalnız kalmak istediğimi söyleyecektim zaten. Bir sürü mermersiz kabre basa basa çıktık yukarı. Vardığımızda çocuk haşır huşur sulamaya başladı kabri. Bir de demez mi: 'Hocanız mıydı abla?' Şimdi saçmaladınız kardeş, diyecek oldum ama gülmek ve yok demekle yetindim. Sonra biraz yalnız kalacağımı söyledim ve mezarcı çocuk figürünün kaybolmasıyla, sıradan bir mezar ziyareti havasından sıyrıldım. Cemal Süreya'nın mezarını ziyaret hüzünlü bir olay olamazdı. Bu arada yanlış anlaşılmasın, öyle edebiyat tutkunu bir insan değilim. Kütüphanelere sığmayan kitaplarım yok, nitelik açısından olmasa da nicelik açısından sıradan bir okuyucuyum. Ne yazık ki kapasitemin tamamını kullanmıyorum kitap okumaya dair. Günümüz, birbirinden farklı üç hayatın çeşitli özelliklerini aynı bünyede toplamaya pek izin vermiyor. Ve okumanın, günümüzü daha dayanılmaz kılmakta üzerine yok. Anlarsınız ya.

Mezarlıktan çıkarken O'na seslendim, optimizasyon çağrısında bulundum. Mesela bazı kulların öyle böyle hayvanlık etmiyorlar ama yaşıyorlar, yaşayacaklar da muhtemelen dedim. Ama Cemal Abi'yi elli dokuzunda aldın, birkaç kitap daha indirseydi bize fena mı olurdu dedim... Cevap olarak, yüzlerce mezar taşı üzerindeki standart sapması fena yüksek ömürleri gösterdi. Bir şey diyemedim, zaten Cemal Abi çoktan demişti:

Ölüyorum tanrım
Bu da oldu işte.

Her ölüm erken ölümdür
Biliyorum tanrım.

Ama, ayrıca, aldığın şu hayat
Fena değildir...

Üstü kalsın...

Hiç yorum yok: