8 Aralık 2012 Cumartesi

bir istanbul masalı

Bugün gerçek bir boğulma tehlikesi yaşadıktan sonra kaleme aldığım bu yazı deneysel bir ürün. Hayatımdaki en sıkışık ve en pis kokulu karede bulunduğum bugün, her şeyi yazmaya hakkım olduğunu düşünüyorum. İnci Pastanesi'nin yasını tuttuğum şu saatlerde de, sanırım bu yazıyı İnci Pastanesi'ne ithaf ediyorum. İçimden öyle geliyor.

Metroda giderken -geçmişte izlediğim ucuz korku filmlerinden olacak- metrodaki insanların birden zombiler tarafından katledilmeye başladığını düşündüm. Durduk yere değil. Meğerse tutacağa tutunan o adamın koltukaltından çıkan o felaket koku zombileri çekiyormuş ve böyle kokan koltukaltları o kadar artmış ki zombiler sonunda saldırmaya karar vermiş. Nasıl olsa hikayeyi ben yazdığım için, ben zombilere görünmüyordum ve bu yüzden de bir tek ben canlı kaldım. Zombiler yapacağını yaptı, elektrikler kesildi, metro durdu ve ben tünelde koşmaya başladım. Masum, temiz kokan insanlara çok üzüldüm ama zombiler beni görmediği için olaya dahil olamadım, onları savuşturamadım. Tesadüf bu ya, seni de göremiyormuş zombiler ve şehrin diğer ucundaki zombi istilasından da bir tek sen canlı çıkmışsın. Ben de seni bulmak için koştum zaten öyle. Bütün şehir sessiz, civarda hareket eden bir tek benim. Yollar sağlı sollu hepten benim. Bu dehşet anında birden olayları başka bir yönden düşünmeye başladım. Bomboş bir İstanbul mu? Bu fikir birden aklımı başımdan aldı, İstanbul'u sonunda köşeye sıkıştırıp öpebilecekmiş gibi hissettim ve senden başka kimseyle paylaşmak zorunda değildim. Zombiler bana cennet bırakıp gitmiş, haberleri yoktu. Derken, Vespa'sının üzerine düşen zavallı zombizedeyi ittirip Vespa'yı kaptığım gibi yolların fatihi olmaya karar verdim. Işık hızıyla size geldim, sen zaten beni kapının önünde bekliyordun! Ben gelene kadar sen de masum insanları unutmuş ve bomboş bir İstanbul'un büyüsüne kapılmıştın. O yüzden önce sevinç çığlıkları attık, sonra Vespa'ya atladık. Sahil yolunda trafikte ne yapılmayacaksa hepsini yaptık. Birbirine girmiş arabalardan atladık zıpladık, Burak Kut'u özlemle andık. Sonra Kuruçeşme Macro Center'a girdik, ne gördüysek sepete attık. Yılbaşı reyonundaki kar spreyinden bile aldık ve hatta onunla cama şunu yazdık: 'İntikam soğuk yenen bir yemektir Macro!' Sonra Bebek'e yollandık, marketten ne aldıysak her zaman iç geçirerek baktığımız o tekneye doldurduk ve ben mutluluktan uçmaya başladım teknenin içinde. Ama o  an sen beni durdurdun. Dedin ki: Dur bir dakika! Ne yapıyoruz biz?! Ve seni o an anladım, bakışlarımızla anlaştık. İstanbul'u kurtarmak bizim elimizdeydi. Benim uçmaya başlama sebebimi de o an anlamış olduk, ben bir Ay Savaşçısı'na evrilmiştim ve sen de şimdi hangisi olsun diye seçip karar veremediğim bir Süper Kahraman'a dönüşmüştün! Şimdi her şey yerli yerine oturmuştu, saçma sapan eğlenceleri bir kenara bıraktık ve işe koyulduk. İlk iş Gezi Parkı ve Taksim Meydanı'nı tılsımlarla donattık, Atatürk Kültür Merkezi'ni sonunda açtık! Cami sayılarını gösteren bir sayaç yaptık ve onu sonsuza kadar sabitledik! Asmalımescit'e masa döşedik, hepsini betona sabitledik! Galata Kulesi'nin etrafına bizzat ben ayar çektim! Ve sen altın vuruşunu yaptın, ''İnci Pastanesi'ni kapatanlar geldikleri gibi giderler!'' dedin ve İnci'ye zarar vereceklerin, onun beş metre yakınına yaklaşamayacağı bir sistem geliştirdin, bilmiyorum nasıl! Sonra bize bir inanç geldi, bunları yaptıysak Maslak 1453'ü de sıfırlarız dedik ve işe koyulduk! Bir sayaç daha yaptık ve İstanbul'un yeşil alanlarının tüm alana oranını sabitledik! Neden sonra bütün insanlar uyanmaya başladı, biz senle bir köşeye saklanıp izledik. Bir süre anlayamadı kimse, İstanbul'da garip şeyler oldu dendi, İstanbul'a zarar veren insanlar korkup memleketine geri döndü, bir kısmı da yurtdışına kaçtı. İstanbul'a gelmeye korkanlar oldu. İnanır mısın, İstanbul'un nüfusu yarıya düşüverdi. Kalanlar pek sorgulamadılar bu durumu, İstanbul ne yapsa İstanbul'u bırakamayanlardı onlar. Aşk bu ya, İstanbul da onlarla mutlu mesut yaşadı. Bizim o olağanüstü gün yetiştiremediğimiz şeylerin devamını da onlar getirdi, İstanbul günden güne daha iyi bir yer oldu. Hem sevip hem dövmedi bundan sonra, sadece sevdi bizi İstanbul. Biz de her sene o günü, İnci Pastanesi'nde kutladık seninle. İstanbul aşkına, küçük sırrımız eşliğinde profiterollerimizi yedik her sene.

1 yorum:

Emir Bey dedi ki...

Ay Savaşçısı!