Dün gece ilginç bir şey
oldu. Yatmadan önce panjurlar ne de olsa kapalı diye pencerenin birini açık
bırakmıştım. Sabaha karşı uyanıverdim. Uyanma sebebimi bilemesem de şimdi,
uyanınca ilk duyduğum tıkırtılar oldu. Sanki açık bıraktığım pencerenin dışında,
balkonda biri var ve hareket ediyordu. O saatte uyanınca her şey olduğundan
kötü görünür ya zaten, kesin dışarda biri var dedim, dinlemeye devam ettim.
Ufak bir metal parçası yere düştü sandım, sonra birkaç hışırtı daha. Ayağa
kalkıp ışıkları açmasam, gitgide hızlanan kalp atışlarımı da hayali hırsızım
duyacaktı. Odamdan dışarı çıkıp banyoya gittim, oranın da ışığını açıp evde
hareket yaratma amacındaydım. Lavaboya gidemeden, üstü sırılsıklam çamaşır
makinesini gördüm, şofben son hız damlatıyordu. Derece olmuş 85. Anneannemi
uyandırmaya karar verdim. Şofben bozulmuş olacak, fişi çektik. Derece yüz
civarına geldiğinde buhar yapıp patlayabilirmiş. Yatağıma geri döndüm, artık
sesi kesilmiş hayali hırsızıma teşekkür edip uykuya daldım.
Sonbahar geliyor. Rüzgar
ve arada bulutların arkasına çekilen güneş. Bunlar Kuşadası’na çok yakışır.
Hele deniz nasıldır… Çok eskiden bir yaz, yağmur yağarken denize girmiştik.
Eylül ayıydı. Kumsalda kimse yoktu, Irmak ve ben suya girip hoşlandığımız
çocukların ismini bağıra çağıra söylüyorduk. Yağmurla denizin ortak sesi
bizimkini nasıl olsa gizler diye, güle güle, zıplaya zıplaya. Yaşlar on üçtü
galiba. Temiz, boyundan büyük, elimden bıraksam gökyüzüne uçacak heyecanlar.
Tartıya çıksam ibreyi oynatmayacağım bir hafiflik. Bin kez oynasam
kahkahalarımla kaybedeceğim bir tıp! oyunu. O yazı unutmam mümkün değil. Ne
çocuktuk, ne genç kız. En mutlu insan evlatlarıydık. Adı o olsun hadi.
Dayım teleskop getirmişti
bana, yine çok eski bir yaz. Bilim Çocuk alırdım o zamanlar, Tübitak’tan
ısmarladığım bir sürü kitap vardı. Astronomi kitabına bakıp bakıp teleskopumla
gözlemleyebildiğim değişiklikleri kaydediyordum kendimce. Herkesten en büyük
bendim. Bazen heyecan olurdu, UFO geldi bakın diye herkes sitenin bir yerine
toplanırdı. Ertesi gün biri çıkar, meteoroloji balonu derdi. Ben yine
defterime, “UFO gördük, gökyüzü şöyle oldu böyle oldu, ben ne olur ne olmaz el
salladım.” diye yazardım. Ay’ın hatrı büyüktü. Bakmadan hangi evrede olduğunu
çat diye söyleyecek kadar yakın takipçisiydim. Baktıkça Ay'ın üzerinde gözümün çizdiklerini
görmeye bayılırdım. Çok baktıkça garipserdim varlığını, olur ya. Geçen sene de
huy edinmiştim, geceleyin ağlıyorsam Ay’a bakmaya başlıyordum eğer
gökyüzündeyse. Garip bir şekilde susuyordum. Bebeklere emzik, yetişkinlere Ay.
Belki başkalarında da işe yarıyordur.
Bir düşündüm de, yağmur yağarken denizde
ağlamak epey karmaşık bir hareket olurmuş. Zincirleme su kazası. İnsan en sonunda gülerdi bence. Ki yağmur yağarken denizde yapılacak onca güzel şey varken.
6 yorum:
"All those moments will be lost in time, like tears in rain"
dünya ağlıyor belki de o yağmur damlaları düşerken denize...
"ben ne olur ne olmaz el salladım" ahahahah çok süper bir dünyalısın
canımsın melis :)
Cocukken tanissak ne eglenirmisiz Emir! :)
Pın'ım! :)
Yorum Gönder