19 Mayıs 2012 Cumartesi

"it's like... the bee!"

Bugün hiç üşenmeyip Karaköy'e gittim. Salt Galata'da 'Tatlı Karmaşa-Sweet Confusion' isimli bir program olduğunu okudum dün gece, 60'lardaki Türkiye ve Ermenistan sinemalarının karşılaştırmalı bir incelemesi. Filmli konferanslı. Akşamüstü saat altıda Bir Gecelik Gelin filminin gösterimi vardı. 1962 yapımı, Vedat Türkali yazmış, Atıf Yılmaz yönetmiş. On bir kez evlenip on bir kez boşanan bir kadın avcısının, affedersiniz, on ikincisinde nasıl g.te geldiğini izliyorsunuz. :) Başrollerde Gönül Yazar ve Orhan Günşiray. Film, bu güzide beyefendinin on birinci boşanma duruşması ile açılıyor. Canını yaktığı tüm kadınlar ve onların destekçileri can düşmanı; kapının dışında bekliyorlar. En çok güldüklerimden, Burhan Bey'in bana mısınız tavırları, pişkin pişkin diyor ki avukatına: "Şu kadın kim biliyor musun? Kadın Hakları Uğruna Pilav Pişirme Derneği Başkanı!" Kıkır kıkır gülüyor sonra da. Nur içinde yatsın.

Film çıkışında yağmur çoktan şenlendirmişti etrafı. Ayakta babet, şemsiyeden ne haber; Galata'dan İstiklal'e doğru yürümeye koyuldum. Geldiğim yoldan dönecektim ama Avusturya Lisesi'ne çıkan şekilli merdivenleri görünce ayağım bir gitti bir geldi, oradan çıksam da Galata Kulesi'ne ulaşacağımı düşünüp sola saptım. Merdivenler minik bir şelale yatağıydı desem yeri, birden tepeden sular ineceğini hayal ettim. Sonunda merdivenler bitti, yokuşu tırmanıyordum ki yanımda bir ses belirdi: "Umbrella?" Gözlüklü, sarışın, İstanbul gezgini tipli yabancı bir adam. Ne yaptım, "Oh, thanks!" diye yanaştım tabii. Bir süre konuşmadık bu nazik beyle, sonra yolumuzun daha uzun süre aynı seyredeceğini fark edip konuşmaya başladık. İstanbul'da çalışıyormuş, Alman'mış, sanatçıymış. Sanatını çok kurcalayamadan mevzu bana geldi, yüksek lisans başvurularını anlattım. Sonra isimlerimizi sorduk. Ben tabii ki iki kelimeyle kapatmadım bu konuyu, ismi Patrick olan bu beye hep de aziz isimlerine sahip olduklarını, bizim isimlerimizin anlamları olduğunu söyledim. Önce adımı Mayıs anlayıp, ay sandı. Sonra dedim ki: "It's like... the bee!" Güldü etti. Evet, ben de güleceği edeceği için o like'ı eklemiştim zaten. O da Patrick'in anlamının 'first citizen' olduğunu söyledi eski Latince'de. Onun gezeceği galeriye vardığımızda "Have a nice day Meyis, gule gule" diyerek şemsiyeyi elime tutuşturdu. No no diye gevelerken ben gülümsedi, çoktan el sallayarak uzaklaşmıştı. Arkasından bir şefkatle bakışım vardı ki, bu kadar olur. Gerçekten de güle güle yoluma devam ettim. Eve gelince de şemsiyeye bugüne dair şeyler yazdım çizdim. Arı o, çizebilmişim di mi!

O merdivenlerden çıksam mı çıkmasam mı diye on saniye düşünmüşümdür, iyi ki de çıkmışım. Güzel insanlarla karşılaşılan günler temiz bir güzelliğe, duruluğa sahip oluyor. Bir de yağmurla toprak daha yeni sevişmişse, oh mis.

                                     

1 yorum:

Tumerg dedi ki...

Patricius vardı Roma Hukuku'nda görmüştük, böyle aristokrat kafalarda bişey, güzel isim. Bizde karşılığı ne olabilir acaba? MEBUS gibi bişey olsa gerek ahahahaha