28 Şubat 2012 Salı

bu sabah uyanınca

Burgaz Ada'ya gitmek istedim. Sait Faik'in evi var orada, bilir misiniz? İnsan uyanınca, aklı gece yatarken bıraktığı başucundadır ya, aklım ordan kalkıp bana gelene kadar, Sait Faik'e oturmaya gitmem için ne olması lazım Allahım, diye sorup durdum kendime. Cevap: Yaşıyor olması lazım. Soru: E n'olmuş? Bir şekilde... Hiç mi yok imkanı... İmkansız gerçeği bilmeden önceki birkaç saniyenin umudunu dakikalara akıttım, uykudan yeni uyanmışlığın sayesinde. Ayağımın takıldığı gerçek iki kelime: Çoktan öldü. Niceliği az, niteliği dağlar kadar bir gerçek. Sait Faik'e oturmaya gitmemin imkanı yok. Midnight in İstanbul diye bir film olsa, ancak orada. Cümlelerine ha bire 'Ve' ile başlayan adam, hay Allah. Nasıl temelli gidersin? Hakikaten de, akılma mahmurluğun hükmettiği birkaç dakika boyunca sana oturmaya gelemezsem delirecektim. Neden sonra aklım kalktı başucumdan, girdi kafama. Uyandım.

Sonradan anladım, neden günün ilk dakikalarını Sait Faik'i yaşar hala getirmeye çalışmanın olmaz imkanı ile geçirdiğimi. Yaşlı özlemi bu. Yaşlı arkadaşlar gerek bana, nereden bulacağım? Hayatı boyunca duyduğu, yaşadığı hikayeleri anlatmaktan mutlu olacak dedeniz, anneanneniz, babaanneniz varsa tanıştırır mısınız beni onlarla? Seçtikleri kelimeler dahil, başımın üzerinde yerleri var. Sadece dinlemek istiyorum. İstedikleri kadar konuşsunlar, uzatsınlar... Sıkılmam.

Dedemin defterini buldum İzmir'de. 1930 sonlarından 42-43'e kadar yazmış. Defterin ismi 'İyi Sözler'. Yavrum benim; özenmiş, kendi yapmış küçük defteri. Neler yazmış içine... Paylaşırım birkaçını bilahare. Ölen öyle özleniyor ki. Suretinden de öte fikri tütüyor insanın içinde. Özlem sadece gözlere değil, sözlere de...

İnsanlar dalgın ve muzdarip oldukları zaman müphem bir şey arzu ederler ki o aşkın kokusundan başka bir şey değildir.

Hasan Muğla, 3 Kasım 1939, Istanbul


Hiç yorum yok: