29 Ocak 2012 Pazar

insan sözlüğü

Mesele, hayatta karşılığını bulmak. Şu hayatta karşılığımı bulamadım demekten korkuyorum seneler sonra. Sözlükte bir kelimenin karşılığını bulmak gibi bahsettiğim. Gelmişim dünyaya Melis olarak, bir karşılığım olmasını umarak. Hani, 'yukarıdaki'nin elinde bir sözlük olsun mesela. Gelmiş geçmiş tüm yaratılanlar olsun içinde, gelmiş geçmiş tüm alfabelerin A'sından Z'sine. Her birinin karşılığı yazsın karşısında. Şöyle:

Nazım: Her şeye rağmen düşünmek
Ege'deki Ayşe Teyze: Bağ-bahçe yetiştirmek
Sezen Aksu: Şarkılar söylemek

Epey rastgele yazdım ama ne anlatmaya çalıştığım açık olsun diye. Sahi, böyle bir sözlük olsa ne de güzel olurmuş! Ben benimkini biliyorum sanki de merak ediyorum bulabilecek miyim. Yani, yazabilecek miyim?

Derken, karşılığını bulmak sözü, yan anlamını ediniverdi aklımda:

-Ben sende karşılığımı bulamadım da gittim. 
-Ben sende karşılığımı bulmuştum, sen gittin.
-Bir insanda karşılığını bulmak kolay iş değil.
-Ben sende karşılıksızım, sen de bende.

Gibi.

Tam şimdi Boğaz'dan gelen bir vapur sesi, beni başka düşüncelere sevk etti. 'İstanbul partizanlığı' yaptığımın farkındayım ama İstanbul'a olan hislerimi saklayamıyorum, hatta şu iki dizeyle kalbimi anlatıyor biri:

'Evet, gün geliyor bıkıyorum senden
Ama İstanbul’dan bıkmak gibi bir şey bu.'

Cemal Süreya

Bir adamı sevmek gibi bana İstanbul'u sevmek. Ben adamları böyle seviyorum, İstanbul da nasibini böyle alıyor benden. Hoş, kimse şikayetçi olmadı halinden. Ne İstanbul, ne adamlar.

İçime işliyor. Ondan ki gitmek istemiyorum. Gidersem kendimi de bırakmam lazım. Giderken, bıraktığım kendimin içinden geçmem lazım. Acıtır insanın kendini terk etmesi. Etmedim değil bir zaman. Hissedilen sıcaklığım neye/ kime sarılıyorsam, onunla doğru orantılı. Aman kollarım boş kalmasın. Duydun mu İstanbul?

Geçen alakasız bir yerde aklıma geldi. İstanbul'un neresinde oturuyorsun dediklerinde bir süre 'Boğaziçi Üniversitesi'nde oturuyorum.' diyeceğim. Mezuniyeti inkâr edercesine.

Son olarak tatlı bir uyarı, çocuk aklımın kalıntıları: Küçükken, salonda annem ve babamla otururken, odama bir şey almak/ yapmak için gitmem gerektiğinde koşarak gider koşarak gelirdim. Odamda da en az zamanda hallederdim işimi. Sebebim, koşarak gider gelirsem bir defada dakikalar, bir yılda saatler kazanacağımdı. Böylece, bu hesabı koskoca bir hayata vurduğumda, annemle babamı daha çok görecektim. Şimdi hangimiz yapıyoruz böyle hesapları? Hiç.

4 yorum:

Adsız dedi ki...

güzel görünme telaşı

Adsız dedi ki...

o tam bir paradoks muydu

Özge Bölen dedi ki...

ben de bir sosyoloji 2.sınıf öğrencisi olarak başarılar dilerim master'ınızda:)bu arada http://super-natural-addiction.blogspot.com da benim yerim,beklerim mutlaka:)

Adsız dedi ki...

sen kitap olsan bende okusam okusam... sonra kaybolsam, nerde oldugumu bilmesem "karsiligimdan" vazgecip kaybolmuslugumun icinde sana asik olsam, bi sana bi bogazicine oyle bos bos bakip "kosmayi" unutsam, daha ne isterim su hayattan )) bi gun tanismak dilegiyle,, )