1 Aralık 2009 Salı

35 buçuk

İzmir. 6 saat sonra uçağım var İstanbul'a. Gidesim yok pek. Hayatıma bir mola gibi burası. Geç kalkmak, en baba kahvaltının her daim hazır olması, dünyanın en rahat koltuklarında uzanıp Jeux D'enfants izlemek-bıkamıyorum bu filmden- yarıçıplak dolaşabilmek, abinin şaplak atması, babanın ne bu hal kızım demesi, ama bir gram utanmamak.. Holihop çevirmek dakikalarca, yorulup yatağa uzanmak. Lisedeki aşk mektuplarını okumak, İstanbul'dan bir çocuğun İzmir'e bir kızı yarım saatliğine görmeye gelmiş olmasını hatırlayıp şok olmak, günlüklerin tozunu silip ondan da öncesine gidip 13 yaşındaki ilk öpücükten sonra yazılan yazıya gülümsemek, o küçük kıza nasihatler vermeyi istemek yaşayacakları ile ilgili.. Anneanneye gitmek, sugato yemek, tükürüklü öpücüklere boğulmak.. Sahilde gözünü dikmeyen adamlar eşliğinde yürümek. Vapura binip, körfezin belli noktalarına sığdırmak burda geçen yılları; önce annenin babanın elinden tutarken gezmek kordonda, sonra sevgilinin. Şimdi o sevgili yok mesela, onun yerine başkaları için inmek Alsancak'a. Limon gibi düşünceler, istem dışı buruşuyor suratım. 'BirNefeste Yaşam'ı izledim birkaç gün önce. Evan Rachel Wood'un oynadığı karakter diyordu ağlarken: "Kalp vücudun en güçlü kasıdır. Ama benimki değil sanırım." Sanırım benimki de değil, eskiden olup da şimdi olmayanlar, şimdi olsalar eskisi gibi olmayacak olmalarına rağmen, acıtıp bir damla gözyaşı alabiliyorlar benden hala.
Tüm güzelliklere rağmen, evde misafir gibi olmak koyuyor; ne yapsan babanın prensesi, annenin bebeği, abinin aşkı olmak. Bir yıl içinde şu evde kaç gece kaldığımı hesaplamaya çalıştım az önce, gözyaşlarım beni zorladı ama bırakmadım, yırttım kağıdı. Onunla da kalmayıp, bu evde daha kaç sene hep beraber yaşanabileceğini de hesaplamaya vardırmıştım çünkü işi; aman sakın yapmayın. Gerek yok..

Hiç yorum yok: